Açlık Sanatı: Manevi Yükseliş ve Örnek İnsanlar

Bu Hafta Bültende Neler Var

  • Açlık Sanatı: Manevi Yükseliş ve Örnek İnsanlar

  • Parkinson Yasası: O halde Kullanın

  • Türkiye'de Kariyerinizi Geliştirmek İçin En İyi 15 Şirket

  • ‘Yapay zekâ bizi işsiz mi bırakacak?’ sorusuna tarih ne cevap veriyor?

  • Bir Markanın Fakir ülke Zengin Ülke Planı: Şeker-Şekersiz

  • Yeni 'Yapay Zeka Temsilcileri' Özerk Olarak Hareket Ediyor

  • En İyi Markalar Bülten Reklamlarına Akın Ediyor

  • Haftanın Videoları

  • Haftanın Makaleleri

  • Haftanın Yapay Zeka Manşetleri

  • Şirketlere Dair

  • Haftanın Sosyal Medya Paylaşımları

  • Güncel Kısa Özet

Psikoloji, kişisel gelişim, eşya ve hadisleri okuma, edep, sağlık ve maneviyatın bütün olarak ele alındığı kitaplardan biri de Gazali’nin Kimya-ı Saadet kitabıdır diyebiliriz. Toplumun büyük çoğunluğunun okumadığı bir eserdir. İlahiyatçılar içinde bile bu kitabı okuyup, analiz edip ve uygulamaya geçiren çok az sayıda insan vardır.

Oysa, kişisel ve ruhsal hayata dair sarsıcı ve ince noktalara temas eden vurucu bir kaynaktır. Zannediyorum ABD’li veya Avrupalı bir yabancı bir yazara ait olsaydı, dünyada kült kitaplardan biri olabilir ve üzerine birçok çalışma yapılabilirdi.

Şeriat, tarikat ve tasavvuf arasındaki ince çizgilerin yaşanılabilir ve izahlı bir şekilde ele alındığı bu eserin açlık, gıda ve ruh üzerine bir bölümü var. Kitabı şimdiden okuma imkanı olmayanlar için kısa bir özet yapmaya çalıştım. Zira çok geç kalınmadan bilinmesi gereken hususların olduğu detaylar mevcut. Gerçi meselenin ilgilerinin çok duyduğu hadis ve anlatılar var, ancak hem tekrar hem de bir kez daha yeni bir bakış açısı ile yapılacak tefekkür yaşam şeklimizi yeniden ele almamıza vesile olabilir.

Ayrıca şunuda hatırlatmak isterim, makelenin bu bölümünü enazından kopyalayıp Gazali’nin ismini vererek birçok insana ulaştırmak belki hayra vesile olabilir. İhtimaldir, kitaptaki bu detayları bizler uygulamaya fırsat bulamayabiliriz ama mizacı uygun olan birilerine denk gelip uygulayabilir, bizlerde bu sevaptan pay alabiliriz. İnsanların hem sağlıkları hem maneviyatları için hayra vesile olmak gibisi yoktur. Bu fırsatı değerlendirmekte fayda var.

Aşağıda konuyla ilgili hadisler, Gazali’nin şerh düştüğü notlar ve diğer büyüklerin yaptıkları ve tavsiyeleri mevcut. Birçoğu uygulanabilir. Yeterki yapmak isteyelim. Allah faydalanmayı ve hayata geçirmeyi bizlere nasip etsin. Zira, toplumdaki manevi boşluklara sebep olan ilk nedenin bu olduğunu söyleyebilirim. Yıllar içerisinde yaşanan vakalar üzerinde en büyük gözlemimiz bu oldu. Yoksa, gece teheccüd namazı kılıp, sabahında Allah’a ve Resulüne savaş açmanın hiçbir izah edilir tarafı yok. Allah muhafaza etsin.

Özet:

‘‘Peygamberimiz sav buyuruyor ki:

"Açlık ve susuzluk ile nefsinize karşı savaşınız. Zira bunun sevabı, Kâfirlerle cihad sevabı gibidir…"

"Midesini dolduran kimseye melekut âlemini göstermezler."

Peygamber (sav) "İnsanların en faziletlisi kimdir?" diye sordular.

Şöyle buyurdu:

"Az yiyen, ay uyuyan ve ancak avret yerlerini örtecek kadar elbisesi olan kimsedir."


Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Düşünmek ibadetin yarısı, az yemek ise tamamıdır."

Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Yüce Allah dünyada az yiyip az içen kullarını meleklere karşı övüp şöyle buyuruyor: Şu kuluma bakın, ona yemek hırsı verdim. O ise benim için yemiyor. Şahid olun, terk ettiği her lokma için cennette ona bir derece veririm."

"Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyiniz. Zira kalb bir ekin tarlası gibidir. Fazla su tohumu keser ve çürütür."

Peygamberimiz sav buyuruyor ki:

"Yün giyiniz, paçaları sıvayınız, midenizi yarıya kadar doldurunuz ki bu sayede göklerin sırlarını anlayabilirsiniz."

İsa (as) Havarilerine şöyle buyurdu:

"Ey Havarilerim! Midelerinizi boş bırakınız. Süslü elbiselerden kaçınınız. Ancak böylece kalbleriniz Allah'ı görür."

Tevrat'ta şöyle yazılıdır: "Yüce Allah şişman ve yağlı papazları sevmez. Zira yağlılık çok yemeğe işarettir. Bunlar ise çirkin, hele papazlar için daha da çirkindir."

Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Şeytan damardaki kan gibi vücutta dolaşır. Geçiş yollarını açlıkla daraltınız."

‘’Tok karınla yemek yemek miskinlik ve alalık hastalığını getirir."

"Mü'min bir kap ile karnını doyurur, münafık ise yedi kab ile."

Yani münafık mü'minin yedi katı yemek yer ve dolayısıyla şehveti de yedi kat fazla olur.

Peygamberimiz (sav) buyurdu ki:

"Geğirmeni at (az yemek ye). Zira bu dünyada tok olan öbür dünyada aç kalır."

"Ya Aişe, benden önce yaşayan büyük azim sahibi kardeşlerim ve peygamberler, Yüce Allah'ın ihsanına kavuştular. Çok yersem onlardan geri kalmaktan utanırım. Az yemekle birkaç gün sabretmeyi, ahirette derecemin düşmesine tercih ederim. Kardeşlerime kavuşmaktan onlar gibi olmaktan daha çok sevdiğim bir şey yoktur."

Hz. Aişe buyuruyor:

"Yemin ederim Resulallah bu konuşmadan sonra bir haftadan fazla yaşamadı."

Din büyüklerinin bu hususta söylediği sözler..

Hz. Ömer diyor ki:

"Oburluktan sakının. Zira çok yemek dünyada hamallık, öldükten sonra da pis kokudur."

Sakık-ı Belhi diyor ki:

"İbadet bir sanattır; dükkânı yalnızlık, aleti ise açlıktır."

Hz. Lokman oğluna dedi ki:

"Oğulcağızım, mide dolunca tefekkür uyur, hikmet dilsizleşir ve organlar tembelleşirler."

Fudayl bin İyad kendi kendine şöyle derdi:

"Neden korkuyorsun, aç kalmaktan mı? Sen nesin ki, Hz. Muhammed (sav) ve ashabı bile aç kalmışlardır."

Yahya b. Muaz diyor ki:

"Allah'ı arayanların açlığı ikaz, tevbe edenlerin açlığı tecrübe, müctehitlerin açlığı keramet, sabredenlerin açlığı siyanet, zahitlerin açlığı ise hizmettir."

Tevrat'ta deniliyor ki:

"Allah'tan kork ve doyduğun zaman açları hatırla."

Ebu Sülayman-ı Darrani diyor ki:

"Akşamleyin bir lokma az yemek, benim için bir gece ibadet etmekten daha sevimlidir. Açlık Allah'ın hazinelerindendir. Allah dilediği ve sevdiği kimselere açlık verir."

Sehl-i Tüsteri diyor ki:

"Nefsini acıktıran, vesveselerden kurtulur."

Abdülvahid diyor ki:

"Yüce Allah açlık çekenleri sever. Açlık çekenler hariç, kimse su üstünde yürümemiştir. Kısa zamanda uzak mesafelere açlık çekenler hariç kimse gitmemiştir."

Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Musa (A.S.) Yüce Allah ile konuştuğu kırk gün hiçbir şey

yemedi."

Açlıktaki Maddi ve Manevi Faydalar

  • Kişi aç olursa, kan kalbe fazla hücum etmediği için, kalp sakin saf ve berrak olur. Zira tokluk tembelliği doğurur ve kalbi körleştirir. Adeta sarhoşluk gibi beyni kaplar ve düşünmeyi önler. Onun için kalbin fikir hakkındaki düşünce cereyanı ağırlaşır, süratle intikal vasfını kaybeder. Çocuk bile çok yediği zaman adeta aptallaşır, zeka ve hafızası körelir.

Peygamberimiz sav buyuruyor ki:

"Kalblerinizi az yemekle ihya ediniz, açlıkla temizleyiniz ki saf ve hafif olsun."

"Midesini aç bırakan kimsenin düşünce kabiliyeti gelişir ve

zekası keskinleşir."

"Yemek yiyip arkasından uykuya yatan kişinin kalbi katılaşır. Her şeyin bir zekatı vardır, vücudun zekatı da açlıktır."

Şibli diyor ki:

"Ne zaman aç kaldımsa kalbimde hikmet açılmış bir kapı buldum."

İbadetten gaye, marifete ulaştıracak fikre sahip olmak ve basiret gözü ile hakikati keşfetmektir. Açlık bu kapıyı açar, tokluk ise kapatır. Marifet cennet kapılarından biridir. Bu kapıyı açabilmek için açlığa devam etmek lazımdır. Oğluna tavsiyede bulunurken;

Lokman diyor ki:

"Oğlum mide dolunca fikir uyur, hikmet ölür ve azalar durur."

Ebu Yezid-i Bestami diyor ki:

"Açlık buluttur. Kul acıktığı zaman bulutun yağmur yağdırması gibi kalb de hikmet yağdırır."

Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Hikmetin nuru açlık, Allah'tan uzaklaşmanın nedeni tokluk, Allah'a yaklaşmanın sebebi ise fikirleri sevmek ve onlara yaklaşmaktır. Midenizi tıka-basa doldurmayınız. Zira dolu mide kalbteki hikmet nurunu yok eder. Az yemekle uykuya yatan kimsenin etrafında sabaha kadar huriler dolaşır."

  • Açlık kalbi yumuşatır. Kalbin zikirden etkilenmesi zevk alması ve zikre devam etmesi bu yumuşaklık sayesinde mümkün olur. Nice zamanlar dil ile yapılan zikirlerden samimi olduğu halde kalb hiçbir zevk almaz. Sanki kalb katı olduğu için araya bir perde meydana gelmiştir. Bazı zamanlarda da kalb yumuşar, zikirden son derece etkilenir. Allah'a yakarıştan büyük zevk duyar. Bunun başlıca nedeni midenin boş olmasıdır.


Süleyman Derrani diyor ki:

"İbadetten en çok zevk aldığım zaman, karnımın sırtına yapıştığı aç zamanlarımdır."

Cüneyd-i Bağdadi diyor ki:

"Kendisi ile Yüce Allah arasında yiyecek torbasını bulundurup Allah'a yakarıştan zevk almak isteyen, bu isteğine hiçbir zaman kavuşamaz."

  • İnsanın nefsini en çok kıran ve zillete düşüren şey açlıktır. Aynı zamanda sevinç, neşe ve böbürlenmeyi de yok eder. İnsan acıktığı vakit Rabbine döner. O'nun büyüklüğü karşısında eğilir, acizlik ve zilletini anlar. Zira açlık sayesinde kuvvet azalır ve kaybedilen her lokma hilenin bir yolunu daraltır. İçemediği bir yudum su onu dünyadan soğutur.

Kendi zillet ve acizliğini farketmeyen kimse, Rabbinin izzet ve gücünü bilmez. İnsanın saadeti, devamlı olarak zillet ve acizliğini görmesi ve Rabbinin izzet, güç ve kahrını bilmesi ile olur. Bunun için devamlı aç kalmalı, Rabbine muhtaç olduğunu hatırdan çıkarmamalı ve bu ihtiyacı zevk ile seyretmelidir. Bunun için dünya hazinelerini kendisine takdim ettiklerinde, Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Hayır, dünya serveti istemem. Bir gün aç, bir gün tok olarak yaşamayı daha çok severim. Aç olunca sabreder, tok olunca da şükrederim."

Mide ile ferc, cehennemin kapılarıdır. Bunların aslı da tokluktur. Mide dolunca cehenneme doğru bir kapı açılmış olur. Zillet ve kırgınlık ise cennetin kapılarıdır. Bunun aslıda açlıktır. Bunlar doğu ile batı gibi birbirlerinin zıddıdırlar. Birinden uzaklaşan diğerine yaklaşır.

  • Bütün günahların başı kuvvet ve şehvettir. Kuvvet ve şehvetin ana maddesi de yemek ve içmektir. Yemeği azaltmak, bütün şehvet ve kuvvetleri zayıflatır. Saadetin başı nefis hakimiyetini sağlamak olduğu gibi, kötülüklerin başı da nefse esir olmaktır. Azgın bir hayvan nasıl aç bırakılmakla kontrol altına alınabiliyorsa, nefsi kontrol altında tutabilmek için, aç bırakmak gerekir.

Adamın birine sordular: "Koskocaman bir adamsın. Neden kendine bakmıyor, yiyeceğini uygun bir şekilde temin etmiyorsun?" Adam şu cevabı verdi:

"Ben vücuduma bakarsam çabuk neşelenir, şımarıp azgınlaşarak beni kötülüğe sürüklemesinden korkuyorum. Benim onu sıkıntı ve ihtiyaç içinde bulundurmam, onu beni kötülüğe sürüklemesinden daha iyidir."

Zinun-i Mısri diyor ki:

"Ne zaman karnım doyduysa işi azalttım ve azgınlığa meylettim."

Hz. Aişe diyor ki: Peygamberden sav sonra ortaya çıkan ilk bid'at (sonradan meydana gelen şey) doyasıya yemektir.

Açlık yalnız bu saydıklarımız değil, bütün faydaların kaynağıdır. Onun için açlık, Yüce Allah'ın yeryüzündeki hazinelerinden biridir. En küçük faydası, cinsi arzuyu kırması ve fazla konuşmayı önlemesidir. Karnı aç olan kimse dili dönmediği için dedikodu, yalancılık, arkadan çekiştirme gibi dilin zararlarından kurtulmuş olur. Karnı tok olan da bu saydığımız şeyleri yapma ihtiyacını hisseder. İnsanları cehenneme sürükleyen en büyük neden dilleridir.

Cinsi arzulara gelince; bunun zararları açıktır.

Açlık, onun kötülüklerinden insanı korur. Karnı doyan kimse şehvetine hakim olamaz. Eğer Allah korkusu buna mani olsa bile, gözünün şehvetle bakmasını engelleyemez. Allah'tan korktuğu için gözlerine de hakim olsa, bu sefer düşüncelerine hakim olamaz.

Biz burada dilin ve cinsi arzuların zararlarını sadece örnek olsun diye verdik. Oysa bütün organların azgınlıkları tokluğun sonucudur.

Büyüklerden biri diyor ki:

"Hangi mürid bir yıl başka zamanlarda yediğinin yarısı kadar yalnız kuru ekmek yerse, Yüce Allah onun kalbinden kadın tutkusunu yok eder."

  • Açlığın bir faydası da uykuyu azaltmaktır. Zira çok yiyen ve çok içen çok uyur. Bunun için bir şeyh sofra başında müridlerine şöyle dedi: ‘’Çok yemeyin. Zira çok yemek, çok su içmeğe, çok su içmekte çok uykuya sebep olur. Çok uyku da büyük zarara yol açar."

Büyüklerimizden yetmiş kişi çok uykunun çok içmekten meydana geldiğini söylemişlerdir.

Çok uyku, ömürün boşa harcanmış anlarıdır. Gece ibadetini önler, insanı tembelleştirir ve kalbi karartır. Oysa insanın en değerli varlığı ömrüdür. Ömür, insanın sermayesidir. Ondan kar edilir. Uyku ise bir nevi ölümdür. Çok uyku ömürden çalınmış zamanlardır. Üstelik ibadetin üstünlüğünü de yitirir.

Hatta uykulu kılınan teheccüte fayda yoktur. Uykulu olarak yapılan ibadetin zevkine varılmaz.

  • Açlığın bir faydası da ibadete devamı kolaylaştırmasıdır. Çok yemek, fazla ibadet etmeye mani olur. Yemeği satın alıp pişirmek, yemek, yedikten sonra elleri yıkamak, ikide bir su içmek, bunun neticesi olarak sık sık tuvalete gitmek, abdest almak zaman kaybına sebep olur.

Sırr-i Sakati diyor ki:

"Ali Cûrcani devamlı arpa unu yiyordu. Niçin yemek yemiyorsun? dedim.

Şu cevabı verdi:

Bununla ekmek yemem arasında yetmiş tesbihlik zaman farkı var. Onun için kırk yıldır ekmek yemedim. Bu faydalı zamanımın çiğnemekle geçmesini doğru bulamadım."

İşte zamanın değeri böyle takdir edilir. Ömürden giden her nefes, paha biçilmez bir hazinedir. İnsana yakışan bu değerli hazineyi ahiret için sermaye etmektir. O da ancak her nefesi ibadetle geçirmekle mümkün olur.

Süleyman-ı Darrani diyor ki:

"Doyuncaya kadar yiyen kimseye altı şey olur:

a) İbadetten zevk almaz.

b) Kur'an-ı Kerimi ezberlemek güçleşir.

c) Acıma hissi azalır. Çünkü tok açın halini bilmez.

d) Az ibadet eder.

e) Şehveti artar.

f) Midesi boş olan mü'minler cami civarında dolaşırken o belada ve çöplüklerde dolaşır."

  • Harun Reşit Hindistan, Rum, Irak ve Sevat'tan birer mütehassıs doktor getirip onlara sorar:

"Hastalık yapmayan şey nedir?"

Hintli doktor:

"Kabil diye tanınan siyah eriktir."

Iraklı doktor:

"Reşad-Ebyaz tanesidir."

Rum doktor:

"Sıcak sudur."

En âlimleri olan Sevatlı doktor da:

"Erik mideyi ekşitir, reşat tanesi mideyi tahriş eder. Sıcak su ise mideyi sarkıtır. Bütün bunlar rahatsızlık verir." der.

Bunun üzerine sorarlar:

"O halde size göre hiçbir zararı olmayan ilaç sıkıntı vermeyen şey nedir?" Adam cevap verir:

"İyice acıkmadan yememek ve iyice doymadan geri çekilmek."

Bu cevabı diğerleri tarafından da kabul edilir.

Büyük bir doktor diyor ki:

"İnsanın yediği en faydalı şey nardır. En kötüsü de çok kızartılmış etti. Kavrulmuş etten az yemek, çok nar yemekten iyidir."


  • Oburluğa alışan kimse, midesinin esiri olur, sürekli onu düşünür. Mide adeta her gün sahibini sıkıştırıp "Bugün ne yiyeceksin" der. Adam haramdan kazanırsa asi olur. Helal kazanayım derse zillete düşer ve başkalarının kazancına göz diker. Bu ise daha büyük zillettir. Oysa gerçek mü'min geçimi kolay olan kimsedir.


Büyüklerden biri diyor ki:

"Birçok ihtiyaçlarımı, o arzuyu terketmeyi söylemekle yerine getirmiş olurum. Bu benim için daha kolay ve rahat oluyor."

Büyüklerden biri diyor ki:

"Birisinden borç almak istediğim zaman kendi mideme borç yapar ve borcu terketmesini söylerim."

İbrahim Edhem, arkadaşlarına yiyecek maddelerinin ücretini sordu. Çok pahalı olduğunu söylediler.

İbrahim Edhem şöyle dedi:

"Onları almayın ki ucuzlasın."


Sonuç olarak söylenebilir ki, insanların felakete sürüklenmesinin belli başlı sebebi, dünya hırsıdır. Hırsın sebebi ise mide, fercdir. Fercin sebebi de midedir.

Bunların önüne geçmenin yolu yemeği azaltmaktır.

  • Az yemek yemenin bir faydası da fakirlere ve yoksullara yardım edebilme imkanının doğmasıdır. Böylece az yiyerek artırabildiği kadarını sadaka olarak vermiş ve bu yönden de sevap kazanmış olur.

Mideye giren herşeyin karşılığı tuvalet, sadaka verilenin karşılığı ise lütufdur. Fazla yiyerek mideyi yorup hazım için çare aramak suretiyle günah kazanmaktansa, bir kısmını fakire vermek çok daha hayırlıdır.


AZ YEMEKTE TAKİP EDİLECEK YOLLAR

BİRİNCİ İHTİYAT: AZ YEMEKTİR.

Helal olan yemekte üç ihtiyatı gözetmek farzdır. Birdenbire çok yemekten az yemeğe düşmek doğru değildir. Zira buna dayanmak zordur. Bu işi yavaş yavaş yapmak gerekir.

Mesela bir ekmek az yemek istiyorsa bir gün bir lokma, ikinci gün iki lokma, üçüncü gün üç lokma az yiyerek bir ay içinde bir ekmekten vazgeçmiş olur. Böyle yapılırsa yemeği bırakmak daha kolay olur. Vücutta gıda eksikliği çekmez. Az yemek yemenin dört derecesi vardır.

1. DERECE: Derecelerin en büyüğü olan sıddıkların (dosdoğruların) derecesidir. Bu derecede zaruret miktarından fazla yiyilmez.

Sehl-i Tüsteri seçtiği bu yolu şöyle açıklıyor:

"İbadet hayat, akıl ve kuvvet ile olur, kuvvetin azalmasından korkmayan, yemek yemesin. Zira aç ve kuvvetsiz olup, oturarak namaz kılanın namazı, tok olup ayakta namaz kılanın namazından üstündür. Ama vücuduna veya aklına zarar gelmesinden korkan kimse yemelidir. Zira akıl olmadan kulluk olmaz. Canlı olmak ise muhakkak lazımdır."

Sehl'e sordular: "Siz nasıl yersiniz?"

Şu cevabı verdi:

"Her yıl üç dirhem gümüş masrafım vardır. Bir dirhemle pirinç, bir dirhemle yağ, bir dirhemle de bal alırım. Üç yüz altmış adet tane hamur yaparım. Her akşam birisi ile iftar ederim." "Hala bunu yapıyor musun?" dediklerinde "Daha da düştü" dedi.

Öyle zahidler vardır ki günde bir dirhem karşılığından daha fazla yemek yemezlerdi. Kendilerini buna alıştırmışlardı.

2. DERECE: Yarım müdden fazla yememektir. Bu da dört menlik olan ekmekten bir ekmek ile üçte bir ekmektir. Bu miktar yaklaşık olarak midenin üçte birini dolduracak kadardır.

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

"Midenin üçte biri yemek, üçte biri içmek ve üçte biri de nefes almak (bir rivayete göre de zikir etmek) içindir."

Peygamberimizin "İnsana beş - on lokma yeter" buyurmasının anlamı da budur. Anlatılan miktar on lokmadan azdır. Hz. Ömer iri yapılı olduğu halde dokuz lokmadan çok yemezdi.

3. DERECE: Bir müdden fazla yememektir. Bu da üç küçük pideye yakındır. Bu miktar midenin üçte birini geçip yarıya yakın kısmını dolduracak kadardır.

4. DERECE: Bir men yemektir. Bir müdden fazlasını yemenin israftan sayılması mümkündür. "İsraf etmeyiniz. Zira Allah ölçüyü kaçırıp israf edenleri sevmez." Ayeti celilesinin kapsamına girebilir. Ancak bu miktar zamana, vücuda ve işe göre değişir.

Kısaca yapılacak iş, tok olmadan yemekten el çekmektir. Bazıları "Bunun ölçüsü yoktur" demişler. Fakat acıkmayınca yememeğe ve açlığı tamamen sona ermeden yemekten el çekmemeye çalışmışlardır.

Açlığın belirtisi, midenin boşalıp, yemeği çok istemek arpa ekmeği buğday ekmeği demeden iştah ile yemektir. Yemek seçmeğe kalkışan kimse tam aç değildir.

Ashab-ı Kiram bir müdden fazlasını yemezlerdi. Bazılarının bir haftalık yiyeceği sadece (yaklaşık 2,5 kgr.) dı. Bu ise dört müddür. Yani günde yarım müdden biraz fazla yiyorlardı.

Hurma yedikleri zaman haftada bir buçuk sa' yerlerdi. Yarım sa' fazlası atılan çekirdeklerin karşılığıydı.

Ebu Zer diyor ki: "Peygamber (S.A.S.) zamanında benim yemeğim cumadan cumaya bir sa arpa idi. Yüce Allah'a yemin ederim ki ona kavuşuncaya kadar (ölünceye kadar) bu adetimi bozmam."

Ebuzer, Adetlerini bozan bazılarını da ayıplayıp "Siz adetinizden döndünüz. Halbuki,

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki: ‘‘Benim en çok sevdiğim ve bana en yakın olanınız, zamanımdaki hayatını değiştirmeyenlerinizdir."

Siz ise halinizi değiştirdiniz; Arpa ununu elekle eliyorsunuz, ince undan ekmek pişiyorsunuz. Sofraya bir defada iki çeşit yemek koyup yiyorsunuz. Gece ve gündüz ayrı gömlekler giyiyorsunuz. Peygamber (S.A.S.) zamanında böyle değildiniz." derdi.

Sehl-i Tüsteri diyor ki:

"Eğer bütün dünyayı kan kaplarsa, zaruret miktarını geçmemek şartı ile o kandan yemek helaldir." sözünden gaye "Bana ulaşan haram, helal olur" demek değildir. Bazı dinsizler ve bozguncular böyle diyorlar. Halbuki Peygamber(S.A.S.) sadaka malından bir hurma helal olmadı. O halde o sapık ve günahkarlara ulaşan haram nasıl helal olabilir?

İKİNCİ İHTİYAT: YEMEK VAKTİ

Bu da üç derecedir.

1. DERECE: En yüksek derece olup, üst üste üç günden daha çok hiçbir şey yememektir. Öyle kimseler vardı ki, bir hafta, on gün, on iki gün hiçbir şey yemezlerdi. Tabiinden biri kendini öyle alıştırmıştı ki kırk günde bir yemek yiyordu. Ebu Bekir-i Sıddık (R.A.) çok defa altı gün hiç yemek yemezdi.

İbrahim-i Edhem ve Süfyan-ı Sevri üç günde bir yemek yerlerdi. Rivayet edilir ki kırk gün bir şey yemeyen kimseye muhakkak melekut âleminden bir şeyler görünür.

Bir sofu ile bir rahip münakaşa ettiler:

Sofi Rahibe: "Niçin Muhammed'e (S.A.S.) inanmıyorsun?" diye sordu.

Rahip: "İsa (A.S.) kırk gün yemek yemezdi. Bunu gerçek bir peygamberden başkası yapamaz. Sizin peygamberimiz bunu yapmamıştır." cevabını verdi.

Sofi: "Ben Muhammed'in (S.A.S.) ümmetinden biriyim. Eğer kırk gün hiçbir yemezsem, dinime girer misin?" diye sordu.

Rahip "Bakalım" dedi. Sofi elli gün hiçbir şey yemedi. Ve "daha da durayım mı?" dedi. Rahip "olur" dedi. Sofi on gün daha bekleyip altmış gün bir şey yemedi. Bu hali gören rahip hemen Müslüman oldu. Bu, çok yüksek bir derecedir. Bu işi ancak bu âlemin dışında bazı şeyler gören kimseler yapabilir.

Gördüğü şey onu korur ve bu âlemden habersiz yapar.

2. DERECE: İki gün bir şey yememektir. Bu mümkündür ve birçok kimse tarafından yapılmaktadır.

3. DERECE: Günde bir defa yemektir. Bu en alt derecedir. Günde iki defa yerse israfa girmiş olur. Peygamber (S.A.S.)sabah yerse akşam yemez, akşam yerse sabah yemezdi.

Hz. Aişe'ye şöyle buyururdu.

"Sakın israf etme. Günde iki defa yemek israftır."

Günde bir defa yemek yiyilecekse, sahurda yemek daha iyidir. Böylece gece namazına kalması kolay olur ve kalbi saf olur. kalbinde yemek düşüncesi kalan kimse bir defa iftarda, bir defa da sahurda yemek yemelidir.


ÜÇÜNCÜ İHTİYAT: YEMEK CİNSLERİNİN DERECELERİ


Ekmeklerin en üstünü pişmiş buğday ekmeği, en aşağısı ise çiğ veya az pişmiş arpa ekmeğidir. Katıkların en üstünü et ve tatlılar, en aşağısı ise acı ve ekşilerdir. Orta yemek yağlı çorbalardır. Allah yolunda olanların adeti, ekmekle beraber başka bir şey yemekten kaçınmaktır.

Din büyükleri arzularına karşı gelmişler ve şöyle demişler:

"Nefis arzu ettiği şeye kavuşunca gururlanır ve gaflete düşer. Dünyada yaşamaktan zevk alır, ölümü düşman bilir. Dünyayı ona dar etmeli ki, ölümü bu zindandan kurtuluş çaresi olarak bilsin."

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:"Ümmetimin en kötüsü, buğdayın özünü yiyenlerdir." Ama buğday özü haram değildir. Zira arasıra yemek iyidir.

Fakat adet haline getirilirse insan iyi yemeklere alışır. Bu durumun da gaflet ve serkeşliğe düşürmesinden korkulur.

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

"Ümmetimin en fenası, daima rahat ve nimetler içinde yaşayan, renk renk elbiseler giyen, nefis yemeklerle uğraşıp diline geleni söyleyen kimselerdir."

Musa'ya (A.S.) şöyle vahiy geldi:

"Ey Musa, bil ki duracağın yer tor-toprak içinde dar bir mezardır. Öyle ise nefsin arzularını yerine getirmekten uzak ol. Zira nefsinin bütün isteklerini yerine getirebilecek kadar

geniş imkanlara sahip olmak hayır alameti değildir."

Veheb bin Münebbih diyor ki:

"Göğün dördüncü katında iki melek karşılaştılar. Biri: Filan yahudi hastaymış, gönlü balık istemiş Yüce Allah'ın emriyle balığı balıkçının ağına sokmağa gidiyorum. Diğeri de: Filan abidin canı yağ istedi. Yanına bir bardak yağ getirmişler. O yağı dökmeğe gidiyorum, dedi."

Hz. Ömer'e (R.A.) bir bardak bal şerbeti getirdiler içmedi ve "Bunun hesabını benden uzak tutunuz" buyurdu.

Nafi diyor ki:

"Hasta olan İbn Ömer kızartılmış balık istedi. Medine'de balık yok denecek kadar azdı. Bir hayli aramadan sonra bir dirhem gümüşe bir balık buldum kızarttım ve Hz. Ömer'in

oğluna getirdim. Tesadüfen o anda kapıya bir fakir geldi. İbni Ömer: "Ey Nafi, bu balığı o fakire ver" dedi. Ben "Nasıl olur, sen istedin diye çok zor bulabildim. Fakire parasını verelim" dedim. "Yok, balığı ver" dedi.

Ben de emrine uyup balığı fakire verdim. Sonra fakirin arkasından gidip para verdim.

Balığı yine alıp İbn-i Ömer'e getirdim: "Balığın parasını verip balığı geri getirdim" dedim. "Yürü git balığı fakire ver ve parasını da alma. Zira peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyurduğunu duydum:

"Bir kimse arzu ettiği şeyi elde ettikten sonra Allah rızası için ondan el çekerse, Yüce Allah O'nun günahlarını affeder."

Mâlim bin Dinar'ın canı süt istedi. Kırk yıl sabredip içmedi. Birisi ona hurma verdi. Hurmayı evirdi çevirdi yine sahibine verdi ve şöyle dedi: "Buyurun, siz yiyin. Ben kırk yıldan beri yemedim."

Ebu Süleyman-i Darrani'nin müridi olan Muhammed bin El Cevari diyor ki:

"Ebu Süleyman sıcak ekmekle tuz yemek istedi. yanına götürdüm. Bir lokma aldı ve yerine koyup ağlamağa başladı: "Ya Rabbi, benim isteğimi verdin. Yoksa bana ceza mı vereceksin? Tevbe ettim beni affet" dedi.

Malik b. Daygam diyor ki:

"Basra'da pazardan geçerken tere otu gördüm. Yemek için büyük arzu duydum. Fakat yemin ettim kırk yıl tere yemedim."

Malik b. Dinar elli yıl Basra'da yaşadı. Bu sürede ne koruk yedi ne de taze hurma. Basralılara şöyle dedi: "Elli yıldır bir hurma bile yemedim. Buna rağmen ne benden bir şey eksildi ne de sizde bir şey arttı. Tam elli yıldır dünyayı terk ettim.Kırk yıldır canım süt istiyor, fakat ölünceye kadar yemeyeceğim."

Hammad diyor ki:

"Davud-i Tai'nin ziyaretine gittim, kapısı kapalıydı. İçerden bir ses duydum. Şöyle diyordu: "Bir defa havuç istedin verdim. Şimdi de hurma istiyorsun. Sana asla hurma vermiyeceğim." İçeri girdim. Davud'un yanında kimse yoktu. Meğer nefsine hitab ediyormuş."

Bir gün Ebu Hazim pazara çıkar orada elma görür. Canı çeker oğluna: "Şu elmadan bana biraz satın al. Umarım helal elmalardır." der. Oğlu elmaları alıp kendisine getirdiği zaman

kendi kendine şöyle söylenir: "Ey nefsim, nasıl da beni aldattın, elmaya baktırıp heveslendirdin. Satın aldım. Fakat yemin olsun ki sana bu elmaları tattırmam." Ve elmaları fakirlere gönderir.

Ut bet-ül Gülam diyor ki:

"Yedi yıl canım istediği halde et almadım. Nihayet utanarak bir parça et aldım, kızarttım ekmeğin içine koyup getirirken bir çocuğa rastladım. Çocuğa "Babası ölen sen değil misin?"dedim. "Evet" dedi. Eti kendisine verdim." Bu olayı görenler diyor ki: Eti çocuğa verince, "Yoksullara, öksüzlere ve esirlere de severek yemek verirler."(İnsan suresi 8. ayeti) okudu ve bir daha et yemedi."

Cafer b. Nasr diyor ki:

"Cüneyd bana zeytin almamı emretti, ben de aldım. İftar vakti ağzına bir zeytin aldı ve çıkarıp attı. Sonra ağlayıp "Bu zeytini kaldır." dedi. Ben de kendisine bu hususla ilgili bazı şeyler söyledim.

Cüneyd bana şöyle dedi: "Bana hafiften birses geldi: "Utanmıyor musun? Benim için vazgeçtin şeye mi döndün?" dedi. İşte bunun için zeytin yemekten vazgeçtim."

Rivayete göre abidlerden biri ahbabını davet edip önüne çörek parçaları doğradı. Adam çöreklerin altına bakıp iyisini seçmeğe kalkışınca abid şöyle dedi:

"Beğenmediğin ekmekte kaç kişinin emeği olduğunu ve nice hikmetler bulunduğunu biliyor musun? Yağmuru taşıyan buluttan hasadına kadar çalışanları hesap et de kaç kişinin elinden geçtiğini düşün. Bunca elden sonra önüne pişmiş olarak gelmiş. Böyle olduğu halde hala ekmeği alt-üst ediyor, beğenmemezlikten geliyorsun."

Biri anlatıyor:

"Kasım - el Cüi'ye gittim. "Zühd neye denir?" diye sordum. Bana "Bu hususta neler biliyorsun?" dedi. Bildiklerimi anlattım. O da dinledi, bir şey demedi. Bunun üzerine "Siz bu hususta ne diyorsunuz?" dedim. Şunları söyledi:

"Dikkat et. Mide insanın dünyalığıdır. Kişi midesine sahip olduğu oranda zahiddir. Midesine düşkün olduğu oranda da dünya kendisine sahiptir."

Görülüyor ki din büyükleri şehvetlerine hakim olmuş ve doyuncaya kadar yemekten kaçınmışlardır. Bunu, yukarıda saydığımız faydaları elde etmek için yapmışlardı. Bazan da yiyicek maddelerinin helal olduğundan kesin olarak emin olmadıklarından zaruret miktarından fazlasını yememişlerdir. Şehevi arzuların tatmini, zaruri ihtiyaç değildir. Hatta Ebu Süleyman tuzu bile fantezi saymış." Tuz ekmekten değildir. Ekmekten başka her şey şehevidir" demiştir.

Bu en üstün derecedir. Bu kadarını yapmaya gücü yetmeyenler, kendilerini tamamen başıboş bırakıp şehvetlerine dalmamalıdırlar. Bir insanın her arzu ettiğini, yiyip, her istediğini yapması müsrifliktir. Devamlı olarak et yemeği yememek gerekir.

Hz. Ali diyor ki:

"Ben oğluma bir gün et, bir gün yağ, bir gün süt ve bir gün de yalnız sirke veririm."

Müridin yemekten sonra hemen uyumaması müstehaptır.

Zira yemekten sonra hemen uyursa iki gafleti bir araya toplamış olur.

Peygamberimiz sav buyuruyor ki:

"Yediğiniz yemeği namaz ve zikirle hazmedip eritin. Yemeği hazmetmeden yatmayın. Aksi takdirde kalbiniz kararır ve vaktiniz boşa gitmiş olur."

Yemek yedikten sonra en az iki rekat namaz kılmalı, yüz tesbih çekmeli, sonra da Kur'an okumalıdır.

Süfyan-ı Sevri yemek yiyip karnını doyurduğu geceyi ibadetle geçirirdi. Gündüzleri de tok olsa gününü zikir ve namazla geçirir, şöyle derdi:

"Karnı doyurulan köle veya merkebin işi çoğalır."

Büyük velilerden biri müridlerine şöyle derdi:

"Arzuladığınız şeyleri yemeyin. Yerseniz peşine düşüp aramayın. Şayet ararsanız da sevmemeğe gayret edin."

Az yemekten gaye nefsin kırılması, söz dinler hale getirilmesi ve terbiye edilmesidir. Nefis bu özellikleri kazanınca çok yemek hevesinden ve şiddetli arzulardan kurtulur. Onun için bazen üstad müridine kendisinin bile yapamadığı şeyleri teklif eder. Gaye yalnız açlık zahmetini çekmek değil, mideyi az yemeğe alıştırmaktır. Zira midenin ağırlığı gibi hiçbir şey yememenin sıkıntısı da kalbi meşguleder ve ibadetten alıkor. Onun için nefis alıştırılmadan birden bire sıkıntılara katlanamaz.

Bu hususta en yüksek derece itidal üzere bulunmaktır.

Bunun delili de Peygamber sav efendimizin takip ettiği yoldur. O bazen öyle oruç tutardı ki, bundan sonra hiç iftar etmez. Bazan da o kadar iftar ederdi ki, bundan sonra hiç oruç tutmaz sanırlardı. Evinden yemek istediğinde bulursa yer, bulamazsa "oruç tutayım" derdi. Balı ve eti severdi.

Maruf-i Kerhi de kendisine getirilen güzel yemekleri yerdi. Ama Bişri Hafi yemezdi. Maruf'a bu durumu sordular. Şöyle dedi: "Bişri Hafi ziyaret yoluna gitmiştir. Bana marifet kapısı açılmıştır. Ben mevlanın sarayında misafirim. İhsan edip bir şeyler verirse yerim. Vermezse sabrederim. Benim ara yerde tasarrufum kalmamıştır."

Ahmaklar bu makam hususunda çok yanılırlar. Zira nefsine karşı koyamayan kimse "Ben de Maruf-u Kerhi gibi arifim" diyerek çalışma ve mücahedeyi bırakırlar. Oysa riyazeti iki

kimse bırakabilir. Biri sıddık makamına kavuşan sıddıklar. Diğeri de sağlam zannedip ayaklarının kaymayacağına güvenenler. Maruf-u Kerhi nice uzun zamanlar riyazetle uğraştıktan sonra o mevkiye gelebilmiştir. Kendisine ne yapılırsa yapılsın kızmaz, her şeyi Allah'tan bilirdi.

O halde söylediği söz de ancak onun gibi kimseler için doğru olabilir, herkes için değil. Bişr-i Hafi ve diğer bazı büyükler kendi nefislerinden emin olmadıkları için riyazet yolunu elden bırakmamışlardır. O halde başkaları hayale kapılmamalıdırlar.’’

Unsplash

Parkinson Yasası: O halde Kullanın

Yazar, Parkinson Yasası'nın gerçekliği ve zaman kısıtlamalarının projeler üzerindeki önemi üzerinde duruyor.

Parkinson Yasası, işin tamamlanması için mevcut olan süreyi dolduracak şekilde genişlediğini belirtir ve sonuçları iyileştirmek için zorlu son tarihler belirlemenin önemini vurgular.

  • Demir Üçgen konsepti, proje yönetiminde kapsam, kaynaklar ve zamanın birbirine bağımlılığını vurgular; bunlardan birinde değişiklik yapılması diğerlerini de etkiler.

  • Sıkı zaman kısıtlamaları olmadığında, proje kapsamları süresiz olarak genişleme eğiliminde olup, insanın aciliyet olmadan erteleme eğilimini ortaya koymaktadır.

  • Son teslim tarihlerini belirlemek, "sahte" olarak algılansa bile, sağlıklı bir ortamda etkili bir şekilde uygulandığında yenilikçiliği ve yaratıcılığı teşvik edebilir.

  • Son tarihler aracılığıyla dış hesap verebilirlik, kitap yazarken veya iletişim ve yazılım projelerini yönetirken görüldüğü gibi üretkenliği ve karar almayı artırabilir.

  • Görevleri atarken belirli son tarihlerle liderlik etmek üretkenliği ve yanıt oranlarını önemli ölçüde etkileyebilir, aciliyet ve ilerleme duygusunu teşvik edebilir.

  • Ekipler için haftalık raporlama temposunun uygulanması enerjiyi artırabilir, çalışma tutumlarını yeniden şekillendirebilir ve kuruluşlar içinde somut ilerlemeyi teşvik edebilir.

  • Son teslim tarihlerini iyi niyetle ustalıkla kullanmak ve insan motivasyonunu anlamak, büyük kuruluşlarda üretkenlik ve büyüme için güçlü bir araç olabilir.

  • Son teslim tarihlerini takip ederek Parkinson Yasasının üstesinden gelmek, özellikle şirketler büyürken verimliliği korumak ve organizasyonel durgunluğu önlemek için çok önemlidir.

Detaylar için linkten makaleyi okuyabilirsiniz.

Toparlayacak olursak, bu ilkeleri çevreleyen ana temalar arasında zaman yönetimi, üretkenliğin artırılması, insan davranışı analizi, motivasyon stratejileri ve genel organizasyonel verimliliğin iyileştirilmesi yer alır.

Son olaylar doğrudan Parkinson Yasası ve Demir Üçgen konseptiyle ilgili olmasa da, uzaktan çalışma düzenlemelerine doğru kaymalar, dağıtılmış çalışma ortamlarında etkili son tarih belirlemenin öneminin altını çizdi.

Geleceğe baktığımızda, kuruluşlar değişen iş dinamikleri ile gelişen ortamlarda ilerlerken ve teknolojik gelişmeler iş akışlarını yeniden şekillendirmeye devam ederken, etkili teslim tarihi yönetimi stratejilerine hakim olmak, rekabet gücünü sürdürmek ve endüstriler genelinde üretkenlik düzeylerini en üst düzeye çıkarmak için hayati önem taşımaya devam edecektir.

Daha fazlası için:

Parkinson Yasası: Verimliliği artırmak için bunun üstesinden nasıl gelinir?

Proje Yönetmek İçin 12 İlke

Verimliliğinizi Artırmak ve Stresi Azaltmak için Son Teslim Tarihlerini Kullanın

Unsplash

Türkiye'de Kariyerinizi Geliştirmek İçin En İyi 15 Şirket

LinkedIn, çalışanların terfi etme ve yeni beceriler kazanma gibi unsurları inceleyerek kariyer gelişimini ölçen bir metodoloji kullanarak Top Companies 2024: Türkiye listesini yayınladı.

Yayınlanan bu liste, Türkiye'de kariyerinizi geliştirmek için en iyi 15 işyerini sıralıyor ve profesyonellerin kariyer yolculuklarında ilerlemelerine yardımcı olacak değerli bir kaynak sunuyor.

Listede yer alan şirketler:


1. Koç Holding A.Ş.
2.
Sabancı Holding
3.
Procter & Gamble
4.
Medtronic
5.
Turkish Airlines
6.
Bayer
7.
Türkiye İş Bankası
8.
PepsiCo
9.
Deutsche Post und DHL
10.
L'Oréal
11.
Unilever
12.
Abbott
13.
Johnson & Johnson
14.
Bosch
15.
AstraZeneca

Unsplash

‘Yapay zekâ bizi işsiz mi bırakacak?’ sorusuna tarih ne cevap veriyor?

Daron Acemoğlu ve Simon Johnson, yapay zekânın iş gücü üzerindeki etkisini tartışıyor. Makalede geçmişten günümüze işsizlik ve iş kaybı konuları ele alınıyor, gelecekte yapay zekânın nasıl şekillenebileceği üzerine düşünceler paylaşılıyor.

Kısa bir özet:

  1. Otomasyon ve İşsizlik: Yapay zekânın gelişmesiyle birçok rutin işin otomasyona geçmesi bekleniyor. Bu, özellikle düşük beceri gerektiren işlerde çalışanlar için işsizlik riskini artırabilir.

  2. Yeni İş Fırsatları: Yapay zekâ, yeni iş kategorilerinin ortaya çıkmasına neden olacak. Örneğin, yapay zekâ sistemlerini eğitmek, denetlemek ve yönetmek için yeni uzmanlıklar gerekecek.

  3. Eğitim ve Beceri Gelişimi: İş gücü, yapay zekâ ile uyumlu hale gelmek için sürekli eğitim ve beceri geliştirme ihtiyacı duyacak. Yaşam boyu öğrenme daha önemli hale gelecek.

  4. Üretkenlik Artışı: Yapay zekâ, insanların daha verimli çalışmasını sağlayarak üretkenliği artırabilir. Bu, işletmeler için daha yüksek karlılık anlamına gelebilir.

  5. İş Yapış Şekillerinin Değişimi: Yapay zekâ, iş yapış şekillerini değiştirecek ve uzaktan çalışma gibi esnek çalışma düzenlerini daha yaygın hale getirebilir.

  6. Eşitsizlik Sorunları: Yapay zekâ, nitelikli ve niteliksiz iş gücü arasındaki ücret farkını artırabilir, bu da sosyal eşitsizlik sorunlarını derinleştirebilir.

  7. Etik ve Mahremiyet Konuları: Yapay zekânın işyerinde kullanımı, etik ve mahremiyet konularını gündeme getirecek. Örneğin, çalışanların izlenmesi ve değerlendirilmesi konusunda yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulabilir.

  8. Politika ve Düzenlemeler: Hükümetlerin yapay zekânın etkilerini yönetmek için politika ve düzenlemeler oluşturması gerekecek. Bu, iş güvenliği standartlarından eğitim sistemlerinin yeniden şekillendirilmesine kadar geniş bir yelpazede olabilir.

Sonuç olarak, yapay zekânın ilerlemesi iş gücünü dönüştürecek ve toplumun bu değişikliklere uyum sağlaması için çok yönlü stratejiler geliştirmesi gerekecek.

Unsplash

Bir Markanın Fakir ülke Zengin Ülke Planı: Şeker-Şekersiz

  • İsviçreli bir kuruluş tarafından yapılan bir araştırma, Nestlé'nin bebek mamaları ve gıda ürünleri yelpazesine fakir ülkelerde şeker eklediğini, ancak zengin ülkelerde bunu yapmadığını ortaya çıkardı.

    • Cerelac (altı ay ila iki yaş arasındaki çocuklara yönelik bir tahıl) ve Nido (bir yaş ve üzeri bebeklere yönelik bir formül) numunelerinde, Avrupa'nın bebek maması yönergeleri ve düzenlemeleri nedeniyle Avrupa pazarlarında ilave şeker bulunmamaktadır.

    • Senegal, Güney Afrika, Brezilya, Nijerya, Endonezya ve Meksika'da eşdeğer ürünlerde porsiyon başına 6,8 grama kadar ilave şeker veya bal bulunuyordu.

  • Bal da dahil olmak üzere ilave şekerler, küçük çocuklarda aşırı kilo almaya ve diş çürümesine neden olabiliyor; bu nedenle çoğu zengin ülke, bebek maması içeriklerini düzenlemeye tabi tutuyor.

    • Beş yaşın altındaki çocuklarda sağlıksız kilo alımı, gelişmekte olan ülkelerde giderek artan bir sorun.

  • Nestlé'nin bir sözcüsü, şirketin tüm yerel yönergelere uyduğunu ve yerel tariflerin "yerel malzemelerin düzenlenmesi ve bulunabilirliği gibi faktörlere" bağlı olduğunu söyledi.

Unsplash

Yeni 'Yapay Zeka Temsilcileri' Özerk Olarak Hareket Ediyor

  • OpenAI, Google ve Microsoft gibi büyük teknoloji şirketleri, üst düzey görevleri otomatikleştirmek, web platformlarıyla etkileşimde bulunmak ve çevrimiçi müşteri etkileşimlerini otomatikleştirmek gibi çeşitli yeteneklere sahip yapay zeka aracıları geliştiriyor.

  • Otonom yapay zeka aracıları, kullanıcılar adına hareket ederek görevleri tamamlayabilen ve bağımsız kararlar alabilen, potansiyel olarak işletmelerin ve bireysel kullanıcıların yapay zeka ile etkileşim kurma biçiminde devrim yaratabilen yeni nesil yapay zeka ürünleridir.

  • Yapay zeka temsilcilerinin önemli vaatlerine rağmen, tam potansiyellerini açığa çıkarmak ve dönüştürücü yeteneklerinden yararlanmak için güvenlik ve mevzuatla ilgili kaygılar, kullanıcı güvenliği ve güven sorunları ve olası işten çıkarılmalar da dahil olmak üzere birçok engelin ele alınması gerekiyor.

Kaynaklar: Axios | Bloomberg | Forbes | Galileo Ventures | OpenAI | The Information | Vox | Wired |

Unsplash

En İyi Markalar Bülten Reklamlarına Akın Ediyor

Dijital pazarlama alanında, B2B markalarının bültenlere reklam vermeye yöneliyor. Bu trend, B2B iletişiminde doğrudan ve kişiselleştirilmiş temasın önem kazanmasıyla kök salmış durumda. Programatik platformlar, hedef kitleye yönelik ulaşım, kişiselleştirme ve güven gibi faktörler, bülten reklamcılığının B2B markaları için neden etkili bir araç olduğunu ortaya koyuyor

Bülten reklamcılığının B2B pazarlaması üzerindeki etkisi, markaların hedef kitleleriyle doğrudan ve kişiselleştirilmiş bir şekilde iletişim kurmalarını sağlayarak oldukça büyük olabilir. İşte bu etkinin bazı önemli yönleri:

  • Hedef Kitleye Doğrudan Ulaşım

  • Kişiselleştirilmiş İletişim

  • Güven ve Güvenilirlik

  • Maliyet Etkin Müşteri İlişkileri Yönetimi

  • Düşünce Liderliği Kurma

  • Ölçülebilir Sonuçlar ve İçgörüler

  • Pazar Dinamiklerine Uygunluk

  • Topluluk Oluşturma

Bütün bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, bülten reklamcılığı B2B markalarının müşteri ilişkilerini derinleştirmek, düşünce liderliği kurmak ve satışları artırmak için güçlü bir araç olarak öne çıkabilir.

Unsplash

Unsplash

Unsplash

Haftanın Yapay Zeka Manşetleri

  • Wired'a göre, Sam Altman gibi yapay zeka yöneticileri bile senatoda yapay zeka düzenlemesi çağrısında bulunuyor.

  • Uluslararası Olimpiyat Komitesinin, yargılama, kişiselleştirme antrenmanı ve yeteneğin erken tespiti de dahil olmak üzere sporda yapay zeka kullanımına yönelik bir planı var. İlk projeler bu yılın sonlarında Paris Olimpiyatları'nda tanıtılacak.

Kontrol edilecek Yapay Zeka Araçları

🗣 LangAI: Yeni bir dilde akıcı olmak için yapay zekadan yararlanın. 

🌐 Wonders: Doğrudan güvenilir bilimsel kaynaklardan öğrenmenize ve soruları yanıtlamanıza yardımcı olan yapay zeka arama motoru.

🩺 Sequel: Sağlığınızın kapsamlı bir görünümünü sağlamak için tasarlanmış AI uzun ömürlü asistanı.

🤖 Laterbase: Yapay zekayı kullanarak yer işaretlerinizi kaydedin, arayın ve onlarla sohbet edin. 

Unsplash

Şirketlere Dair

  • %65'i reklamlarda birden fazla dilde reklam görmenin kendilerini markalara daha yakın hissetmelerini sağladığını söylüyor

  • Y kuşağının %75'i reklamlarda İspanyolca müziğin çekici olduğunu söylüyor

  • %75'i kendi kültürlerinden ünlülerin yer aldığı reklamları görmek istiyor

  • Amazon, ABD mağazalarında “Just Walk Out” teknolojisini terk ediyor.

Unsplash

Unsplash

Güncel Kısa Özet

  • 14 bin çalışanını işten çıkarmaya hazırlanan Tesla, işten çıkaracağı kişilere mektup göndermeye ve yapılacak tazminat ödemeleri hakkında bilgi vermeye başladı.

    Tesla, işten çıkardığı çalışanlarına 2 aylık ödeme yapacak, yani çalışanlar 14 Haziran'a kadar olan maaşlarını almaya devam edecekler.

  • Yeni IMF Raporu, G20 Gelişen Piyasaların Küresel Ekonomiyi Yeniden Şekillendirdiğini Gösteriyor


Bu haftalıkta bültenimizin sonuna geldik.

👉 Bültenimize sponsor olabilir, reklam verebilir, yıllık abone olarak maddi destek verebilir veya devam edebilmemiz için bağış yapabilirsiniz. Üç arkadaşınıza tavsiye vererekte bu bilgilerin onlara ulaşmasına vesile olabilirsiniz.

Bültene sponsor olabilir veya abone olarak destek verebilirsiniz

TÜM BÜLTENLER İÇİN TIKLAYIN

Previous
Previous

Ya Berrak Bir Beyin Ya da…

Next
Next

Şeytanın Ahir Zaman Stratejisi: Borç ile Dopamin