Hiçliği anlamak için küçük bir adım!

Ekran Resmi 2021-06-05 16.29.52.png

Üç oda bir salon, hayli ferah bir evde tek başına yaşayan Ryan Nicodemus bir gün hayatını sadeleştirmeye karar verir ve işe sahip olduğu eşyalardan başlar. Yıllar boyu bu koca evi tüketim iştahıyla doldurmaya çalışan Nicodemus bütün bu ıvır zıvırdan kurtulmak üzere şöyle bir strateji geliştirir: Sanki taşınacakmış gibi evdeki tüm eşyaları kolilere doldurur ve ardından evdeki rutin hayatına devam eder. Herhangi bir eşyaya ihtiyaç duyduğunda bulunduğu koliden çıkarıp eski yerinde kullanmaya devam eder. Aradan geçen bir haftanın sonunda fark eder ki eşyalarının büyük bölümü kolilerin içinde öylece durmaktadır. Dolayısıyla bütün bu lüzumsuz eşyadan kurtulur.

İnsanlar neden ıvır zıvır bir sürü eşya biriktirir? Bir nedeni, "belki bir gün lazım olur" düşüncesiyle o fazlalıklarla asla vedalaşamamaları olsa gerek. Bir öğle sonrası giriştiği kolileme operasyonu ve sonrasındaki deneyimi sayesinde evindeki eşyanın büyük bölümünün resmen lüzumsuz olduğunu, bunlara ihtiyaç duymadığını anlayan Nicodemus da işte böylece hayatını basitleştirmeye başladı.

Şimdiki strateji, Ryan Nicodemus'un lüzumsuz eşya operasyonunun benzerini halihazırda kullandığınız sosyal medya mecralarına uygulamanızı istiyor sizden. Yani Facebook, Instagram, Google+, Twitter, Snapchat, Vine ve ben bu satırları yazdığımdan beri piyasaya çıkmış olabilecek benzer uygulamaları -kolilere doldurur gibi- otuz gün boyunca kullanmamak. 

Ne üyeliğinizi dondurun ne de bir süre çevrimdışı olacağınıza dair herhangi bir duyuru yapın: Yapmanız gereken tek şey bunları kullanmamak, yani pat diye bırakın. Eğer başka yollarla size ulaşıp filanca mecrada artık neden yoksun diye soran olursa mevzuyu açıklayabilirsiniz, fakat cümle aleme açıklama yapmakla uğraşmayın. 

Otuz günlük bu sosyal medya orucundan sonra bu mecraların her biri için aşağıdaki iki soruyu kendinize sorun: 

1. Eğer bu mecrayı kullanmış olsaydım son otuz günü büyük ölçüde daha iyi geçirir miydim? 

2. Bu mecrayı kullanmıyor olmam başkalarının umurunda oldu mu? 

Her iki soruya da hayır yanıtını verdiğiniz mecralardan kalıcı olarak çıkın, net bir şekilde evet yanıtını verdiklerinizi de kullanmaya devam edin. 

Muğlak yanıt verdiğiniz mecralara geri dönüp dönmemek size kalmış, fakat çıkma seçeneğini değerlendirmenizi tavsiye ederim, nasıl olsa bilahare geri dönebilirsiniz.

Bu stratejinin hedefinde bilhassa sosyal medyanın olmasının nedeni, bu mecraların hudutsuzca kullanıldığında diğer mecralara nazaran pürdikkat çalışma çabanıza çok daha büyük zararlar verebilecek olması. Sosyal medya mecralarının sizi ne zaman, hangi sıklıkla bilgi bombardımanına tutacağı belirsizdir ve işte tam da bu nedenle muazzam seviyede bağımlılık yaparak tüm odaklanma girişimlerinizi rahatlıkla boşa çıkarabilirler.

Ayakta kalabilmek için pürdikkat çalışmaktan başka yolları olmayan yazılımcı veya yazar çizer gibi birçok zihin emekçisinin bütün bu tehlikeleri göz önüne alarak bu mecralardan topyekun uzak durduğunu zannedebilirsiniz. Fakat sosyal medyayı sinsi kılan özelliklerinden biri de işte burada karşımıza çıkıyor. Sizin zamanınız ve dikkatiniz üzerinden kar elde şirketler, ustaca kullandıkları bir pazarlama hilesi sayesinde bugün herkesi şuna inandırmış vaziyetteler: Sosyal medyada yer almadığınızda mutlaka bir şeyleri kaçırır, bir şeylerden mahrum kalırsınız.

Bu mahrumiyet endişesi, belki bir gün lazım olur diyerek evini bir yığın lüzumsuz eşyayla dolduran Nicodemus'un endişesine epey benziyor; onun kolileme operasyonuna benzer bir sağaltım stratejisi önermemin nedeni bu zaten. 

Bir ay boyunca bu mecralardan uzak kalınca, bir şeylerden -etkinliklerden, eğlenceli muhabbetlerden, herkesin dilindeki mevzulardan- mahrum kaldığınıza dair endişe yerini bir gerçeğe bırakacaktır. Bütün bu mecraları kuşatan pazarlama mesajlarından kendini sıyırmayı başaranların büyük bölümünün kolayca anlayabileceği basit bir gerçektir bu: Bunlar hayatımızda aslında o kadar da önemli bir yer tutmuyor.

Hemen her konuda fikir beyan etmesi gerektiğini, başkalarının da bu fikirleri dinlemeye can attığını zanneden çoğu insan, birdenbire bunlardan mahrum kalan takipçilerinin hayal kırıklığına uğrayacağını zanneder. 

İnsanları sosyal medyaya bağımlı kılan etkenler arasında bu kuruntu da yer alıyor. (Otuz gün deneyinizin duyurusunu yapmayın dememin sebebi de bu.) Bu kuruntunun altındaysa yabana atılmayacak kadar yaygın bir duygu yatıyor. Söyleyeceklerinizi hazır ve nazır  insan olduğunu düşündüğünüzde, haliyle bu mecradaki faaliyetlerinize önem atfetmeye başlarsınız. Fikirlerini satarak para kazanan biri olarak kendi tecrübelerime istinaden söyleyebilirim ki bu, fevkalade bağımlılık yaratıcı bir duygudur!

Sosyal medya çağında takipçi kitlesi dediğimiz şeyin esas niteliğini de irdelememiz gerek. Bu mecralar henüz yokken eş dost ve aile çevresinin dışında sıfırdan takipçi kitlesi kazanmak çok ama çok zor bir işti. Mesela 2000’li yılların başında her isteyen bir blog açabiliyordu, fakat her ay beş on tekil ziyaretçi kazanabilmek için bile birilerinin dikkatini çekecek kıymette içerik üretmeniz ve bunun için de çok çaba sarf etmeniz gerekiyordu. 

Bunun ne denli zor bir iş olduğunu kendimden biliyorum. İlk blog sayfamı henüz 21 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak 2003 yılında açtım. İtiraf edeyim, haftalar boyu bir kişinin bile siteyi ziyaret etmediği olurdu. Sonraki on yıl içinde şimdiki blog sayfam Study Hacks'i kurmak ve bir avuç insanın ziyaret ettiği bir siteden bugün her ay yüz binlerce tekil ziyaretçi çeken bir siteye dönüştürmek için yılmadan, sabırla çalıştım ve bu süreçte öğrendim ki insanların ilgisini çekmek çok ama çok zor bir iş. Daha doğrusu, bir zamanlar öyleydi.

Sosyal medyanın böylesi büyük bir hızla kabul görmesinde büyük rol oynayan etkenlerden birinin şu olduğu sonucuna vardım: 

Anlamlı içerik üretmek büyük çaba gerektirir ve ancak bu çabanın karşılığında insanların ilgisini kazanırsınız; sosyal medya ise insanlara çaba göstermeden ilgi toplama imkanı sunuyor. Yani sosyal medya, kapitalizmin bu en temel mübadele ilişkisini bertaraf edip yerine kolektivist alternatifini koymuş oldu: Sen benim sözüme ilgi gösterirsen ben de senin sözüne ilgi gösteririm. İçeriğinin ne olduğu önemli değil. 

Örneğin, normalde Facebook'ta ya da Twitter'da her an görebileceğiniz türden bir içerik, bir blog sayfasında, dergide ya da televizyon programında yayınlandığında hemen hemen hiç kimsenin dikkatini çekmez. Fakat aynı içerik sosyal medyaya düştüğünde beğeni ve yorum biçiminde ilgi görmeye başlar...Bu mecraları sessiz sedasız terk ettiğinizde, içerik üreticisi olarak taşıdığınız değeri de test edebilirsiniz. 

Fakat benden söylemesi: İlgili mecradan çıktığınızı muhtemelen sadece en yakın arkadaşlarınız ve aileniz fark edecektir. (Bu durumu 2011’de 100.000 civarı okuyucumun olduğu dönem de bıraktığımda fark etmiştim. 2017’ye ya kadar ara verdiğimde fark eden 5-10 kişiydi. Aynı durum birde 2020’de oldu. 2 ay ara verdiğimde fark eden kişi sayısı 20 civarında olmuştu. Nedenlerini ve işe bakan yanları ve geleceği dönük stratejileri vs.. Bu konuyla ilgili detaylı bir makale de anlatmayı düşünüyorum. RAP)

 Ne zaman bu mesele açılsa etrafımdakilerin bana aksi ihtiyar muamelesi yaptığını fark ediyorum, fakat yine de tartışmaya değer. Çünkü özsaygı arayışı, insanların zamanlarını ve dikkatlerini sürekli ve düşüncesizce bölüp parçalamaya rıza göstermelerinin altında yatan başlıca faktörlerden biri. 

Hiç şüphe yok ki bu otuz günlük deney pek çoğuna zor gelecek ve bir sürü soruna yol açacaktır. Örneğin üniversite öğrencisiyseniz veya geçiminizi sosyal medyadan sağlıyorsanız, bunu sürdürmeniz imkansız hale gelebilir. 

Fakat bana kalırsa bu deney, İnternet alışkanlıklarına topyekun çeki düzen vermeye sevk etmese bile pek çok insanı en azından sosyal medyanın gündelik hayatlarında oynadığı rolü gözden geçirmeye yöneltecektir. 

Sosyal medya araçları, topluma pompalandığı gibi günümüz dünyasının can damarı filan değil. Birtakım şirketlerce üretilen, milyonlarca dolar para akıtılan, titizlikle pazarlanan ve nihayetinde kişisel bilgilerinizi ve ilgi alanlarınıza dair verileri toplayıp reklam verenlere satmak üzere tasarlanmış ürünlerdir. 

Sosyal medya kişiye hoşça vakit geçirme fırsatı sunuyor olabilir, fakat bir bütün olarak hayatınızı ve hedeflerinizi göz önüne aldığınızda, aslında bu yüzeysel meşguliyetlerin sizi daha derin ve mühim işlerden alıkoymaya çalışan oyalanmalar denizinde bir damla olduğunu fark edersiniz. Sosyal medya sizin için hayatın ta kendisi de olabilir. Ancak yine de onsuz hayatın neye benzediğini görmeden bundan emin olamazsınız. (CAL NEWPORT)

Önceki
Önceki

''Sokratik yöntemle insani ilişkileri yönetmeye dair birkaç ipucu!

Sonraki
Sonraki

Hafıza, zihinsel kapasite ve odaklanma!