Yaklaşan Tehlike! Ve Yine Beklenen Son

Türkiye, Hollanda, Almanya, İspanya vs. dünyanın neredeyse yarısında bu mevzuyla ilgili olarak durum kötüleşiyor.

Kainat, kendisine her anlamda yapılan zulme karşılık vermeye başladı gibi gözüküyor. Ve tabi diğer yandan 2012-2038 arası yaşanacak değişiminde evrelerini anlatıyor.

Zira, zayıfların ve kölelerin aciz kaldığı, iyilerin görevlerinin hakkını vermediği yerde, sistem harekete geçmeye başlıyor.

Bu konu çok kişinin yine okumak istemeyeceği, sıkıcı bir konu olarak gözükecektir. Sıkılmamanız için elimden geldiğince basitleştirmeye çalıştım, detaylar için ise bazı linkler bıraktım.

İhtimal 7-10 yıl içerisinde ekranlarda günlerce işlenecek bir konu olacak ama yine geç kalınmış olacak. Ne yazık ki, hem işin ehli olan yöneticiler, hem de yöneticileri harekete geçirecek bir toplumsal sistem yok.

Keşke Hz. Yusuf'un gelecek olan gelmeden önce uyguladığı (7+7)14 yıl planını her daim hayatımızda uygulayabilseydik.

Ancak, kainata karşı bizler vefa görevimizi yerine getirmekle mükellefiz. Diğer meselelerde olduğu gibi bu meselede de yine 5-10 yıl öncesinden hep birlikte tarihe not düşelim.

Evet, nasılki pandemi öncesi insanlar için sağlık meselesi, deprem öncesi evlerin güvenliği meselesi, ne satıcının ne de alıcının umrumdaydı.

Bir anlamda ekmediğimiz hakikatin tokatını hep birlikte çekiyoruz.

Artık ahir zamanın doğa-insan ile mücadele evresindeyiz.

Misal, dünyada 1556-1975 yılları arasındaki 400 yılda 5 ve üzeri deprem sayısı sadece 110 iken, 1980-2003 arasında ise 6.5 ve üzeri şiddetteki deprem sayısı 1685'dir.

Yani varlığın değişim dönemindeyiz.

Sadece 1999 yılında küçük-büyük 20832 depremin olduğu düşünülür ise durumun vahameti ortadadır.

Nitekim, 1400 sene evvel ortada herhangi bir bilim, fay hattı vs. bilgisi yokken, Allah Resulü sav bugüne şöyle işaret ediyor:

“Ümmetimde zelzeleler olur. Öyle ki bu zelzelelerde on bin, yirmi bin, otuz bin kişi ölür. Allah bu ölümü muttakilere öğüt, müminlere rahmet, kâfirlere ise azap kılar.” (Râmuz El-Ehâdis: 3222- İbn-i Asakir)

Bu noktada meseleye sadece deprem olarak bakmamak lazım. Rakamlar gösteriyor ki, kainatta bir değişim oluyor. Depremler, yangınlar, tsunamiler...vs.

Bunların hepsi kainatta birbiri ile bağlantılı olarak ilerliyor. Sosyolojiyi, insanı, psikolojiyi, bir anlamda düşünceyi, dini, ahlakı, bilinçsel değişimi, farklı hareket etmeyi, uyanmayı etkiliyor, tetikliyor.

Gelecek olan yakın zamandaki yeni musibet ise su/kuraklık tehlikesi. Kuraklık, uzmanlar tarafından afetler içerisindeki en sinsi ve görünmez olarak adlandırılan gruba giriyor. Bu sorun ülkeler için de bir milli güvenlik meselesidir.

Misal, Anadolu tarihinde kuraklık nedeniyle yok olan medeniyetlerden bahsedilir. Tarihte görüyoruz ki, Asurlular Van'da baraj yapmalarına rağmen yinede çok acılı zamanlar yaşıyorlar. Hakeza Hititler. Dilenecek duruma geliyorlar.

2023 itibariyle de dünya bu sorunun yeni evresine geçiyor.

Nitekim Pentagon konuyla ilgili olarak raporunda şu cümleyi kullanıyor:

''10 yıl içerisinde 3 milyar insan su sıkıntısı yaşayacak.''

Sıkıntı kelimesi hafif kalıyor. Eğer Rabbimizin merhameti yetişmezse, ortadaki bilimsel veriler çok çok kaotik bir dönemin açıktan geldiğini gösteriyor.

Misal Avrupa Kuraklık Gözlemevi verilerine göre, Avrupa Birliği'ndeki arazilerin %64'ü kuraklıktan etkileniyor, bölgelerin %47'si risk altında. Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi, mevcut kuraklığın 500 yılın en kötüsü olabileceği konusunda uyarıyor.

BM ise konuyla ilgili olarak dünya yol ayrımında demek zorunda kaldı. Hollanda ise su kıtlığı ilan etti.

Sistemdeki birçok sorunu belki insan iradesi ile çözmek mümkün. Ancak sorunlar toplu geldiği zaman bunların hepsine güç yetirmek asla mümkün olmuyor. Bir gazap ve cezalandırma gibi bir acziyet yaşanmaya başlıyor.

Bezzar'ın aktardığı rivayette, Peygamber Efendimiz sav’e ‘İçinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu? diye sorulur.

Allah Resulü sav şöyle cevap veriyor:

‘Evet günah işlenirken, iyiler sükut ederse, hepsi helak olur.’

Bir diğer hadiste ise, ''Zekât verilmezse yağmurlar yağmaz olur.'' [Beyheki] işaretinde bulunuyor.

Bu iki hadis üzerinde oturup büyük bir küresel sosyolojik tahlil yapmak mümkün. Ancak, gelecek olan cezalandırmaların neler olduğunu bakmak lazım.

Dünya ve Türkiye’nin kuraklık haritası gösteriyor ki, sorun kısa zamanda çözülmeyecek.

Bu musibeti diğer felaketlerden ayıran özellik tüm hayata etki etmesi. Yani mesele sadece yıkılan bir bina değil.

Misal bu kuraklığın devamı şu anlamlara gelebilir:

  • Dünya nüfusunun yarısı etkilenecek (Ve 700 milyon göç)

  • Gıda krizi - mahsul kayıpları

  • Sık sık su kesintileri

  • Evin ve şehrin pislenmesi (İdrar kokan şehirler)

  • Temiz su kıtlığı

  • 15 yıl içerisinde tarım arazileri değişecek

  • Yangınların artacak (Mal, mülk, arsa-arazi kayıpları)

  • Su savaşları dönemi (Mısır-Etiyopya ve Akdeniz havzası)

  • Seller artacak (Her yer beton)

Örnekler daha çoğaltılabilir.

Medya üzerinde durmadığı, insanlar okumadığı ve araştırmadığı için mevzunun farkında değil. Nasıl ki, depremden sonra 10 ildeki 13 milyon nüfus, meseleyi 5-10 yıl ne yazık ki yaşayarak iliklerine kadar hissedecek. Ve geriye kalan nüfus ise daha ağır ekonomik buhranlarla bu durumu yaşayacak. Aynen öyle de kuraklık meselesi tüm dünya için bir bela haline gelince mevzunun farkına varılacak.

Şura suresi aslında bize çok şey anlatıyor: “Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir...” [Şura 30]

Misal, üretim aşamalarındaki şu rakamlara bir bakalım:

  • Bir fincan (7gr) kahve için 140 litre su harcanıyor.

  • 1 litre Cola için 9 litre su

  • 1 bardak bira için 75 litre

  • 1 kg şeker için 1500 litre

  • 1 kg buğday ve 1 kg pirinç ekimi için 1300 litre,

  • 1 hamburger için 2325 litre, 1 kg biftek için ise 15500 litre,

  • 1 t-shirt için 2700 litre, 1 kot pantolon için 10800 litre,

Bu nedir Allah aşkına?

İnsanlık cola içmek zorunda mı?

Hamburger yemek zorunda mı?

Sık sık kahve içmek zorunda mı?

Hergün şeker tüketmek zorunda mı? vs.

''Sadehayat imandandır'' hakikatini ne yazık ki, başımıza bela gelince bir ihtimal idrak edeceğiz.

Zannediyorum vizyona girecek filmin adı şu olabilir: 'İnsan zulm eder, kader adalet eder.’

Konunun geçtiği bir diğer belgesel de şöyle bir cümle kullanılıyor:

''Artık sadece yağmur yağmasını beklemek yetmiyor, zaten yağan yağmur miktarı gitgide azalıyor. Zira kuraklık ya da şehirleşme nedeniyle yağmur toprakta kalamıyor denizlere akıyor, bu nedenle ne toprağı ne de yeraltı sularını besliyor. Özellikle tarımda vahşi ve bilinçsiz sulama gibi nedenlerle büyük su kayıpları meydana geliyor.

Ürün tercihinde planlamanın olmaması az su olan bölgelere bol su isteyen ürünlerin ekimi kaynaklar üzerinde olumsuz etki yaratıyor.

En büyük yaptığımız yanlış da yanlış yerde yani su olmayan yerde çok su tüketen bitki üretiliyor. Mesela şu anda Türkiye'de 47, 50'ye yakın Tropikal bitki yetiştirilmeye çalışılıyor. Tropikal bitki adı üstünde tropiklerde yetişen bitki ve Tropikal yağmurlar isteyen bitkidir. Türkiye gibi yarı kurak bir ülkede tropikal bir bitki yetiştirilemez. Bu bir zihinsel kuraklıktır...'' (Bu arada, emek verilip hazırlanmış bu kadar hayati önemdeki konunun geçtiği bu videoyu bülten hazırlarken sadece 510 kişi izlemişti. Üstelik aradan 1 ay geçmiş.)

Yahu tropikal olmayan bir ülkeye o meyveyi getirerek hem insan sağlığına hem toprağa hem sisteme neden zulm edilir? Peki zulm edilir ve hiçbir insanda bu işe ses çıkarmaz ise bu bize ceza olarak geri dönmez mi?

Allah Resulü sav şu iki hadis ile önemli bir ders veriyor:

''Günahlar açıktan işlenince, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.' [Taberani]

Allahü teâlâ, bir meleğe, bir beldeyi yıkmasını emreder. O melek, bu beldede hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu bildirince, Cenab-ı Hak, "Belde halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, günah işleyenlere yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu. [Beyheki]

Durum şu ki;

  • Yalan alenileşmiş,

  • gıybet fıtratlaşmış,

  • somut delil olmadan paylaşılan zanlar insanların hayatında yaşam formu olmuş,

  • zaman ve yemek israfı günlük bir amel haline gelmiş,

  • doğruyu arayan insan sayısı bir elin parmaklarına inmiş,

  • faize fetvalar verilerek Allaha savaş açılmış ve toplum bunu normal karşılamış, ses çıkarmamış, benimsemiş..

Düşünebiliyor musunuz? Allah’a savaş açılmış ve bu kabul görmüş ve el üstünde tutulmuş, tutuluyor vs...

Eğer biraz Allah’a inancımız varsa, biliyoruz ki haliyle bu belaların gelmeme ihtimali yok. Mühlet dolduğu zaman şikayet etme hakkımız ne kadar faydalı olabilir?

Ne yazık ki tarihte örneği yok.

Bir diğer hadiste yine açıktan uyarı var:

‘’Zina ve faizin yaygınlaştığı toplum, Allahü teâlânın azabını hak etmiş olur.’’ [Hakim]

Çünkü orada artık isyan(faiz) vardır, hakikat mağluptur ve ses çıkaran garip ya da hain olarak görülmektedir.

Misal, siz bu ayet ve hadislerle meseleyi izah etmeye kalktığınız zaman, hemen oradan biri çıkar -sanki bilim reddediliyor muş gibi - sizi cahillikle suçlar, kadercilik (cebriyye) yaptığınızı zannederek saydırma ameliyesine girer.

Oysa ki yapılan şey -aşı meselesinde olduğu ve haklı çıkıldığı gibi- ‘akletmeye, sisteme teslim olmamaya, sorgulamaya, meselelere mana-madde-sebep-hakikat dengesi içerisinde bakmaya çağırmaktan fazlası değil. Çünkü tek başımıza bir hiçiz.

Bu meselelerin şakaya alınır, ya da laf sokarak, tartışmaya girerek romantizm peşinde olunacak bir yanı yok ki.

Asırlar evvelinden Nuaym bin Hammad şu rivayette bulunuyor:

''Barınacak evler ve sizi taşıyacak hayvanlar bulamayacağınız zaman yaklaşmıştır. Çünkü evlerinizi depremler yıkacak, hayvanlarınızı yıldırımlar yakıp kömüre çevirecektir...''

Asırlar evvelinden işaret edilen bu hakikat olmadı diyebilir miyiz? Hem hayvanlar hem insanlar canlı canlı yandılar, kül oldular.

Üstteki verilerde de görüldüğü gibi, Akdeniz Bölgesi daha az yağış almaya başlayacak. Bazı bölgeler otalamanın yüzde 50’sinden daha az yağış aldı ve ciddi bir yokluğa sürükleniyor bazı ülkeler…Ki, Türkiye’de bunlardan biri. İlginç olan şu ki, ülkenin yüzde 50 daha az yağış alması özel bir durum. Yani sık görülen bir mesele değil. Bu bile anlayanlar için çok şey anlatıyor.

Şunu ifade edeyim, depremde olduğu gibi kuraklık meselesinde de Türkiye’nin zerre kadar bir hazırlığı yok. Bu noktada imkanı ve gücü olanların muhakkak işi geciktirmeden hamle yapması gerekiyor.

Tüm bu sıkıntıların dokunduğu ilk ve son nokta yine insanın hayatı, imanı, bu olaylara yaklaşımı ve imtihanı kaybedip, kaybetmeyeceği.

Bu depremde de gördük. Ailesinden birçok kişiyi depremde kaybeden bir çocuk akrabalarının yanına gittikten sonra intihar etti. Benzer birçok vaka örneği var daha önceki musibetlerden. Yani mevzu dönüp dolaşıp ahiret/ebedi hayat meselesine geliyor.

Son noktada, eğer meseleyi şimdiden ciddi olarak ele alırsak, enazından bireysel stratejiler belirlenebilir.

Misal, suyu israf etmemek ile başlanabilir, faiz terk edilebilir ve o kıtlık dönemi içerisinde de hangi tehlikeler yaşanabilir ve bizler bunu nasıl ele alabiliriz diye bir liste yapılabilir..Ki, buna dair birçok çözüm önerisi çokça anlatılıyor.

Mevzunun bir diğer noktasını da hatırdan çıkarmamak gerek.

Dünya ihtimal yeni bir doğum sancısı yaşıyor ve yeni sistemin oluşumu için bazı işaretlerin nüvesini gösteriyor. Bu tür vakalar sancının artmasınada işaret eder.

Burada şu hadise çok dikkat etmek lazım:

Allah Resulü sav:

''Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık kızıl rüzgarları, (zelzeleyi) yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi veya gökten taş yağmasını (kazfi)) bekleyin.’’ (Tirmizi, Fiten 39, sf.2211, Kütüb-i Sitte, cilt 14, sf.341

Bilimsel verilere baktığımızda da, bu sürecin uzun sürüp, doğal anlamda rayına oturması için ciddi bir zaman gerekiyor. Nitekim 2012-2038 arası dönem çok kısa bir dönem değil. Yıkılışın, değişimin, doğumun ve sistemin birçok açıdan oturabilmesi ve insanların -kabuledilebilir oranda- toplu olarak akledebilmesi için bazı şeylerin yaşanması zaruriyet içeriyor.

Çünkü insanlık güzellikle hakikat yolculuğuna girmiyor, girmediği gibi birde zulm ediyor ve diğer yandan da Allah’a savaş açarak kendi sonunu hazırlıyor. Haliyle kıyametten önce bir Zecr tokatı ile ders kaçınılmaz oluyor.

Bilmek Zorunda Olduğumuz Birkaç Yöntem!

Günümüzde çalışan her kadın ve erkeğin liderlik rolü üstlendiği birçok durum var. Bu noktada liderliğe dair bazı şeyleri stratejik olarak uygulamak büyük önem arz ediyor.

Nitekim, şahsımız, yetiştirdiğimiz çocuklar veya şirket ortaklarımız veya çalışanlarımız için bu işin hakkını vermezsek, birçok ülke yöneticisi örneğinde olduğu gibi, ya milyonların ya da binlerin katili olabilir, ülkeleri veya şirketleri batırabilir ve Allah korusun ailelerin dağılmasına neden olabiliriz.

Liderliğin ülkeye, şirketlere ve aileye bakan farklı farklı penceleri mevcut. Yıl içerisinde göndereceğim bültenlerde parça parça hepsine temas etmeye çalışacak ve konuyla ilgili makaleleri sizlerle paylaşmaya gayret edeceğim.

Bu bültende ‘’The Dichotomy of Leadership’’ kitabında yer alan bazı notları Shortform’un özeti ile birlikte sizlerle paylaşıyorum. Yazarlar Jocko Willink ve Leif Babin liderliğe dair kestirme birkaç çıkarımda bulunuyor.

‘’Bir Bireye veya Gruba Ne Zaman Hizmet Verileceğinizi Bilin

Willink ve Babin , liderlerin bireye hizmet ile gruba hizmet arasında denge kurması gerektiğini söylüyor. Bu ikilemin iki özel örneğini tartışıyorlar: Değer verdiğiniz insanları tehlikeye atmak -yazarların geçmişi ordudadır- ve değer verdiğiniz birini ekibinizden çıkarmak. Bu dengeyi sağlamanın temeli iki fikirdir:

Ekibinizin üyelerine ailenizmiş gibi bakmalısınız. Ekip üyeleri ve liderleri arasındaki yakın duygusal bağ, güçlü bir varlıktır. Karşılıklı güven ve destek, her üyenin performansının zirvesinde olmasına izin verir ve dostluk, güçlü bir motivasyon kaynağıdır.

Takımınızı derinden önemsiyor olsanız da, görev uğruna bireysel üyeleri tehlikeye sokan kararlar vermeniz gerekecek.

Bu iki yaklaşım hayatın her safhasında kullanılabilecek bir gerçeklik içeriyor.

Ekibinizin Yaralanacağını Bilin

Liderlik bazen ekibinizi tehlikeli durumlara sokmayı gerektirir. Willink ve Babin bu dersi Irak- Ramadi'deki savaş alanında harfi harfine öğrendiler, ancak iş yerinde bunun mecazi olarak doğru olduğunu söylüyorlar: İşçiler hata yapacak, utanacak ve egolarını zedeleyen geri bildirimler alacaklar ve bir noktada bunu yapmış olabilirler. (Kovulmak)

Lider olarak göreviniz, radikal bir şekilde hesap verebilir olmak ve ekibinize verilen zararı en aza indirmektir. Bunu yapmak için:

Ekibinize gelişmek için ihtiyaç duydukları her şeyi sağlayın; örneğin, ek eğitim veya dikkat.

Onları sefalet noktasına kadar fazla çalıştırmayın. Görevin başarısına katkıda bulundukları sürece işlerini olabildiğince keyifli hale getirin.

Ancak ekibinizle aranızdaki duygusal bağın muhakemenizi gölgelemesine izin vermeyin. Bazen doğru kararı vermek incinecekleri anlamına gelir. Örneğin, şirketiniz finansal olarak mücadele ediyorsa, insanları işten çıkarmanız gerekebilir. Bu, işletmenizi çalışır durumda tutmak, daha geniş ekibinizin çabalarını onurlandırmak ve görevi yerine getirmek için gerekebilir.

Ne Zaman Koçluk Yapılacağını Bilin

Her ekip üyesinin koşulsuz desteklendiğini hissetmesini isterken, bir üyenin ekibin geri kalanını aşağı çekmesine izin vermek herkese zarar verir. Bundan kaçınmak için iki kurala uyun:

Mücadele eden ekip üyelerine, gerekli standartları geliştirip karşılayana kadar koçluk yapın .

Mücadele eden ekip üyesi gelişemezse, onu kesin. Bu, ekibinizi bir üyenin sınırlamalarının sonuçlarından korur.''

Bu kısa özeti, ortaklar-çalışanlar için, bir aile şirketi aile ve şirketi için, bir anne baba evlatları veya geniş ailesi için bütüncül bir strateji ile ele alarak da değerlendirebilir.

6 adımda kurtulun

Son 10-12 yıldır bankalarla olan ilişkim, zaruri olarak elektrik, su vs. gibi zorunlu faturaların ödenmesin ibaret. O konu dışında, o zalim, alçak ve hırsız yuvaları ile başka bir ilişkim şükür yok. Rabbim uzak durmayı herkese nasip etsin.

Özellikle Hazretin ‘‘bankanın o lanet olası gölgesinden dahi geçmeyin’’ ifadesi ne kadar büyük bir lanet olduklarını göstermesi açısından güzel bir anlatım örneğidir.

Bizlerde elimizden geldikçe makalelerde, sosyal medya paylaşımlarında ve bültende bu zalim sistemi anlatmaya devam ediyoruz. Allah nasip ettikçe, bu sistemle kölelikten kurtulacağımız ve insanların bu zalimlerin kendilerine zulm ettiklerini anlayacakları güne kadar da yorulmadan anlatmaya devam edeceğiz.

İnsanların ‘başka çaremiz yok’ diyerek kendilerini kandırdığı ve köleleştirdiği bu sistem çökmedikçe ne yazık ki ne biz ne de insanlığa özgürlük gelmeyecektir. Çünkü hayatın birçok safhasındaki değişim birbirimize bağlı olarak ilerliyor.

Nitekim Kuran-ı Kerimde "Hepiniz birden Allah'ın ipine (İslâm'a) sarılın, asla ayrılmayın, " (Âli İmrân, 3/103) buyurmaktadır.

Diğer yandan Allah Resulü sav ise şu hükmü ortaya koymaktadır:
"Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye eder; ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan insana yakın olup, beraber bulunan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet'in ta ortasında yaşamak isterse, toplu halde bulunmaya baksın." (Tirmizî, Fiten, 7)

"Müslüman topluluğundan bir karış da olsa ayrılan kimse boynundaki İslâm bağını çözmüş demektir. " (Tirmizi, Âdâb, 78)

Ve Enfal suresinde yer alan bu ayet ise, birlik olunmadığı zaman ne olacağına dair neticeyi anlatıyor: ‘‘Allah'a ve O'nun Rasûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir. " (el-Enfâl, 8/46).

Evet, dünyanın şu an yaşadığı kölelik düzeninin nedeni bu ayet ve hadislerle ortaya çıkıyor.

Azınlık olan tepe baron ekibi (veya diğer azınlıklar), İslamın sadece birkaç hükmüne iki elle sarılarak bile kısa sürede üstünlük vasfını ele geçirmiş. Tüm sistemi kontrolü altına alabilecek bir güce ulaşmışlar. Ayet buyuruyordu ya ‘‘Müminseniz üstünüz’’ diye.

Yani mümin sıfatlarını uygulamış ve uygulamayanlara galip gelmişler.

Misal ne yapmışlar?

  • Birlikte hareket etmişler. Mesela bir iş kuracakken gidip yatırımcı aramışlar, 10-20 kişiye gidip vazgeçip ikna edemeyince, kalkıp bankaya gidip bankanın hemen kölesi olmamışlar. Ne yapalım düzen böyle dememişler. Aramaya devam etmişler.

  • Düştükleri yerde ya birbirlerine destek olmuşlar ya da birlikte yola çıkmışlar. (Starbuck, Netflix vs.)

  • Kendi topluluklarından genellikle ayrılmamaya gayret ediyorlar. Bunu bizatihi bir dönem gidip geldiğim zengin bir kulüpten biliyorum. Kısa bir süre orada aralarında kalırken birçok gözlem yapma imkanım olmuştu. Birbirlerini sevmemelerine rağmen, ihtimal azınlık psikolojisinin getirdiği dürtü ile garip bir aidiyet duygusu var. Aynı örneği LGBT’lilerde görmek mümkün. Son 20 yılda geldikleri durum ortada.

  • Ve sabırla hareket ediyorlar. Büyük ve zengin olmak için 20-30-40 yıl vs. bekleyebiliyorlar. Bizim Türkler gibi biraz nakit görünce gidip hemen kredi-borç alıp ev, arsa, lüks araba vs. almıyorlar. Buffet, Gates, Musk, Mark vs. örneğinde olduğu gibi yıllarca bekliyorlar. Ve çoğu 40-50’sinden sonra o sabrının karşılığı almaya başlıyor.

Detayları uzatmak mümkün. Ancak öz itibariyle müminlik sıfatları taşıyanlar, o sıfatları taşımayanlar zalimde olsa üstün olacaklar. Şu an ki düzenin işleyişinde olduğu gibi. Umarım bazı dersler çıkarabilir ve birbirimize destek olup, stratejik hamleler yapma bilincine gelebiliriz.

Diğer yandan birçok arkadaşın ve avam vatandaşın ciddi sayıda banka borcu mevcut. Para durumu sitesi, büyük krediler için değilde, küçük kredi borçları için 7 kestirme tavsiyesinde bulunmuş.

İşte o yöntemler:

  • Tüm kredi kartı ekstrelerinizi toplayın ve borçlarınızın tamamıyla yüzleşin.

  • Önceden yapılmış bütçeniz varsa, kredi kartı borcuna aktarmak için nerelerden kesinti yapabileceğinize bakın.

  • Asgari tutardan daha fazlasını ödemeyi hedefleyin. (Faiz durumuna düşmeyin)

  • Borçlar bitene kadar kart kullanmayı bırakın. Kartlarınızı bir yere kaldırın ve borçları bitene kadar sadece nakit harcayın.

  • Finansal açıdan bakıldığında ilk önce en yüksek faizli olan borcunuzu ödemeniz mantıklı olacaktır. Ama ‘’ben bir borcun bittiğini görürsem daha iyi motive olurum’’ diyorsanız işe en küçük tutardaki borcunuzu kapatmakla başlayabilirsiniz.

  • Borçlarınızı ödemek konusunda sıkıntı yaşıyorsanız, ertelemek yerine derhal gidip bankacınızla samimiyetle konuşarak yapılandırma talep edin.

Eğer borcunuzu kapattıysanız, lütfen artık o lanet yuvalarına ‘domuz et yeme’ noktasına gelmeden bulaşmayın. Hem sizin hem insanlık için lütfen…

2027 yılına kadar dünyayı değiştirebilecek 17 yol

Dünya Ekonomik Forumu'nun yaptığı bu çalışma gelecek stratejilerini belirlemek için bazı işaretler veriyor. Hepimizi ilgilendiren bir çalışma.

Web3, kuantum teknolojisi, esnek şebekelerin yönetimi ve talep üzerine üretim vs. gibi teknolojiler üzerinden duruyor.

17 araştırmacı, 2027'ye kadar dünyayı değiştirebilecek teknolojileri listelemiş. Kısa bir özet aktarıyorum. Detaylar linkte mevcut:

  • Düşük vasıflı işçiler etkilenecek.

  • Web3 teknolojisi, 2025 yılına kadar merkezi olmayan ve akıllı sözleşmelerle ödeme otomasyonu sağlayan bir ekosistem yaratacak.

  • Veri endüstrisinde artan veri miktarının yönetimi için yeni şirketlerin gireceği ve daha uygun fiyatlar ve daha kapsayıcı teknolojilerin ortaya çıkacağı bekleniyor.

  • 2027 yılına kadar dijital etkileşimlerde insan deneyimi ön planda olacak. İnsan deneyimi metaverse ve artırılmış gerçeklik teknolojileri ile oluşacak.

  • İnşaat sektörü, karbon emisyonlarını azaltmak için pil enerji depolama sistemleri ve elektrifikasyonlu makinelere yöneliyor.

  • İnşaat sektöründe sensörler ve kontrol noktaları aracılığıyla otomatikleşme ve akıllılaşma gerçekleşecek.

  • Akıllı enerji teknolojileri, 2025 yılına kadar gerçek zamanlı ihtiyaçları karşılamak için esnek yük sağlamak ve kirletici fosil yakıt kullanımını azaltmak için kullanılacak.

  • Yeni işleme yöntemleri sayesinde sağlıklı ve besleyici gıdalar daha erişilebilir hale gelecek ve insanlar daha sağlıklı yiyecekler yeme eğiliminde olacak.

  • Merkez bankası dijital para birimi (CBDC), finansal sistemi devrimleştirecek ve milyarlarca insanın hayatını iyileştirecek potansiyeli taşıyor.

  • 2027 yılına kadar yapay zeka, gıda, içecek ve paketlenmiş tüketim malları üreticileri için proaktif tedarik zinciri yönetimi sağlamak için kullanılacak.

  • Geleneksel eğitim sistemi, AI ve internet aracılığıyla dönüştürülüyor ve çocukların ilgi alanlarına odaklanarak daha etkili bir eğitim sağlanması amaçlanıyor.

  • Pandemi, iş yerlerinde üretkenliği arttırdı ama kültürel bağlantıdaki kayıp, kaygı, yorgunluk, ilgisizlik ve tükenmişlik gibi etkileri de ortaya çıkardı.

  • Hazır giyim endüstrisi yerelleştirilmiş, talep üzerine üretim yoluyla dönüştürülmeye çalışılıyor.

  • Kuantum internet, gelecekte çok alanda atılımlar sağlayacak ve hayatımızı değiştirecek teknolojidir.

  • 2030 yılına kadar AI ile geliştirilmiş doğurganlık tedavileri kısırlık sorunlarını çözecek ve IVF tedavisinin etkisini arttıracak.

  • Belgelerin dijitalleştirilmesi, veri odaklı yaklaşım kullanarak, daha verimli pazarlar ve az insan potansiyelini harcamayı sağlar.

  • 2050 yılına kadar karbon nötrlüğü hedefine ulaşmak ve doğal çözümlerin etkisini ölçmek için yüksek çözünürlüklü kameralar ve lazerler gibi uzaktan algılama araçları kullanılması planlanmaktadır. (Katkı: S. Doğanay)

Bu Mikroplardan Bazıları Daha İyi Düşünmenize Yardımcı Olabilir

BBC’de yer alan bir habere göre, vücudunuzdaki mikropların sayısı kendi hücrelerinizden 10'a 1 fazladır. Ve bu mikroplardan bazıları daha iyi düşünmenize yardımcı olabilir.

  • Bağırsaklarınızda trilyonlarca minik yolcu taşıyorsunuz ve bunlardan bazıları bilişsel performans için önemli olan kimyasallar üretiyor. Örneğin, bazı mikroplar nöronların gelişimini düzenlerken, diğerleri serotonin gibi nörotransmitterlerin aktivitesini etkiler. Belirli bakteri türlerinin daha yüksek seviyeleri, daha yüksek yaşam kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır.

  • Yararlı ve zararlı bakterileri öldüren antibiyotiklerin uzun süreli kullanımı, insanlarda daha zayıf bilişsel performansla ilişkilidir. Kısır koşullarda yetiştirilen (böylece bağırsak bakterisi barındırmayan) fareler, normal koşullarda yetiştirilenlere göre daha endişeli, daha az sosyal ve daha zayıf hafızaya sahip.

  • Bu bilgi, "psikobiyotik" adı verilen yeni ruh sağlığı ilaçları yaratmak için kullanılıyor. Ancak faydalarından yararlanmanın daha kolay bir yolu, fermente gıdalar (örn. yoğurt, lahana turşusu, kefir ve kimchi) ve lif alımınızı arttırmaktır.

Bakterilerin bizi akıllı yapmasına şaşırmamalıyız. Ne de olsa zaten karmaşık matematikte ustalaştılar…

Ücretsiz Google Arama Kursları


Google Proje Yönetimi
🔗 https://lnkd.in/dGBrqdgN

Çevik Proje Yönetimi
🔗 https://lnkd.in/dv58gMuK

Proje Yürütme: Projeyi Yürütme
🔗 https://lnkd.in/dfTsTuea

Proje Yönetiminin Temelleri
🔗 https:/ /lnkd.in/dxMyaQD8

Proje Başlatma: Başarılı Bir Projeye Başlamak
🔗 https://lnkd.in/dKZpDhJ7

Proje Planlama: Hepsini Bir Araya Getirmek
🔗 https://lnkd.in/dxhinvkM

Uzman Kullanıcılar için Google Analytics
🔗 https:// lnkd.in/d9v3N9sA

Dijital pazarlamanın temelleri
🔗 https://lnkd.in/dFyGKgGZ

Veri Analizi için Python Temelleri
🔗 https://lnkd.in/dzmT7z2k

Veri Bilimi Temelleri
🔗 https://lnkd.in/dQDW5yrU

Gelişmiş Google Analitiği
🔗 https://lnkd.in/ dr2SWfkY

Google Haritalar Platformunu kullanmaya başlayın
🔗 https://lnkd.in/dbtuA_7H

Google Bulut Bilişim Temelleri:
🔗 https://lnkd.in/deD3Htxv

Google Bulut Bilişim Temelleri:
🔗 https://lnkd.in/deC6Z3sm

Veri, Google Cloud'da Makine Öğrenimi ve Yapay Zeka
🔗 https://lnkd.in/dKUGWprK

Google Cloud'da Ağ ve Güvenlik
🔗https://lnkd.in/di8QFVw8

Makine Öğrenimi Hızlandırılmış Kursu
🔗 https://lnkd.in/dvXHW59t

Makine Öğreniminin Temelleri
🔗 https://lnkd.in/dHJCJ6ih

Python ile Veri Bilimi
🔗 https://lnkd.in/ dqjGMqfT

KİTAP

Dijital Minimalizm, Cal Newport’ün Pür Dikkat’ten sonraki en iyi kitabı diyebilirim.

Cal’ın bu kitapta kısmi olarak değindiği ‘dikkat ekonomisi’ terimi çok şey anlatıyor. Bu kavramı ilk olarak Herbert Simon 1971’de anlatıyor.

Harari ise konuyu somutlaştırmıştı: “Google, Facebook, Baidu ve Tencent gibi veri devlerinin çoğu ‘ilgi tüccarlığı’ tabir edilen iş modelini benimsemiş görünüyor. Bize bedava bilgi, hizmet ve eğlence sunarak ilgimizi çekiyor, sonra da bu ilgiyi reklamcılara satıyorlar. İlgimizi çekerek hakkımızda aşırı miktarda veri toplamayı başarıyorlar ki bu da reklamların toplam hasılatından daha değerli. Biz onların müşterisi değil mahsulüyüz.’’

Cal ise netleştiriyor: “Dikkat ekonomisi, tüketicilerin dikkatini kendine çekip tekrar paketledikten sonra reklam verenlere satarak para kazanan sektörü tanımlamak için kullanılan bir tabir.”

Kitaptaki en vurucu cümlelerden biri ise şu: İnsanlar kullandıkları cihazların kölesi oldukları hissinden bıkmış durumda.

Volkan Sel de yazdığı makalede konuyla bağlantılı şöyle bir yaklaşımda bulunuyordu: ‘‘Dijital minimalizm aslında minimalizm yaklaşımının teknoloji kullanımınına odaklanan bir alt dalı diyebiliriz.’’

Evet, kitap hakkında daha detaylı konuşabiliriz. Ancak çokça bahsettiğimiz bir konu olduğu için uzatıp vaktinizi almak istemiyorum.

Ekonomik mahrumiyet yaşamamak, tekamül edebilmek, stratejik bir hayat sürebilmek vs. için hem kendimiz hem de neslimiz için yönetmemiz gereken konuların başında zaman geliyor ve bunun şu dönemde en büyük engellerden biri ise dijitalleşme. Geç olmadan mevzuya el atmak lazım.


Bu haftalıkta bültenimizin sonuna geldik.

👉 Bültenimize sponsor olabilir, reklam verebilir, yıllık abone olarak maddi destek verebilir veya devam edebilmemiz için bağış yapabilirsiniz. Üç arkadaşınıza tavsiye vererekte bu bilgilerin onlara ulaşmasına vesile olabilirsiniz.

Önceki
Önceki

Gündeme Küçük Bir Not: Deccal

Sonraki
Sonraki

Şifre: Ahir zaman ve binalar, inşaatlar, riskler