‘Bir Kişinin Ölümü Trajedidir Ama 1 Milyon Kişinin Ölümü İstatistiktir’ 

Hepimiz için zor ve ızdırap verici hafta oldu. 

Meselenin acı ve hüzün verici yanı bir tarafa, diğer yandan daha ilk günden toplum her zaman ki gibi yine siyasileşti. Ve hala devam ediyor. 

Gece gündüz haber girişi yaparken, bir yandan da dezenformasyonlarla ve yalan haberlerle mücadele ediyorsunuz. Bu da yardımlar için ayrı bir engelleyici faktör oldu. Umarım hiç değilse o anlamda bir faydamız olmuştur.

Meselenin bir diğer yönü ise, bölünmüş olan bir toplumun ne acı ne de başka bir meselede ittifak etmeyeceğini bir kez daha görmüş olduk. Yardımlaşma, insan kurtarma süreçlerinde bile reklam, kamera vs. yarışının olduğu bir çürümüşlük içerisindeyiz.

O yüzden kelimelerin kifayetsiz kaldığı, olanın sadece mazluma olduğu yine aynı kısır döngüyü yaşamaya devam ediyoruz.

Ve tüm mağdurların şu gerçeği bilerek hareket etmesi onlara daha çok aksiyon aldıracak ve sorunları daha hızlı çözmelerine yardımcı olacaktır.

Stalin’e atfedilen ama ona ait olmayan çok önemli bir tesbit vardır. 

‘’Bir insanın ölümü trajiktir, on insanın ölümü dramatiktir, bir milyon insanın ölümü ise sadece bir istatistiktir.’’

Hem yazarlık sürecinde hem de 2011’de yazmayı bıraktıktan sonra hep bu cümlenin gerçekliğini görerek geçirdim. Mağduriyetiniz (baskı, işsizlik, maddi sıkıntılar, sürgün ve yine işsizlik, her ay sonu sıkıntısı -fare kapanı- vs.) bir noktadan sonra sadece istatistiktir. 

Hatta başkaları için bir yük olduğunuzu fark ediyor, yanlış anlaşılırım diye onların yanlarına gitmeyi azaltma ve sonra tamamen bırakma ve çeşitli dışlanmalara maruz kalmalar vs. (Dostlarınız dahi olsa durum böyle) gibi süreçler yaşıyorsunuz. Ve bunların hepsi birer istatistik oluyor.

Ancak elinize geçen çok büyük bir kazanım oluyor. O gerçeği anladıktan sonra artık tamamen Rabbinize teslim oluyorsunuz. ‘Ya Rabbi beni bu sıkıntılardan kurtaracak yalnız sensin, sana teslimim, senden başka hiç kimsem yok…’’ gibi bir gerçekçi yaklaşımla hareket etmeye başlıyorsunuz. Her yerde onu arıyorsunuz. Bu duyguya ulaşmayı bizlere de Rabbim nasip etsin, daim etsin.

Ve bir şeyi daha fark ediyorsunuz.

Aslında Rabbimize bugüne kadar tam teslim olmamış ve hep bir yerlerden medet beklemişiz. Hep birilerinden bir beklenti ile bir ömür geçirmişiz. Aslında Allahtan bekliyor gibi yapmış ama birilerini her daim aracı olarak görmek için say ve gayret göstermişiz. Ve meselenin mana boyutunu tam olarak çözememiş, tamamen sebeplere takılıp kalmışız.

Hazretin şu duasına denk gelince, bir kez daha meselenin önemini idrak etme imkanım olmuştu. Ve ‘gerçekten ne güzel bir dua, ne güzel bir tesbit ve ne güzel bir yol haritası’ demekten kendinizi alamıyorsunuz.

’Senden başkalarına ümit bağlamaktan bizi müstağni kılacağın ölçüde, Sen’in kerem ve ihsanına bağlanmış reca ve ümit hisleri Allahım. 

Başkalarından yardım dilenmekten biz müstağni kılacağın kabul buyurduğun dualar Allahım! 

Başkalarının teyid ve desteğinden bizi müstağni kılacağın bir destek ve teyid Allahım!’’

Deprem sonrası süreçtede bizler yardım etmeye devam ederken, umarım mağdur durumda olan insanlarda tez vakit bu gerçeği fark ederler. Aksi halde ciddi bir zaman, bilgi ve gelecek kaybı olacaktır. Son 12 yılda kendisini bir hiç ve istatistik gerçekliği içerisinde görmeyenler, ne yazık ki hala yerinde saymakta ve ciddi bir mesafe alamamaktalar. Rabbim muhafaza buyursun.

Deprem meselesininin bir diğer boyutunda ise unutulan bir çok nokta var. 

Merhametini adam kayırmada, akrabayı gözetmede ve şiddetimizi ise garip gurebada kullandıkça hem sebepler planında hem de mana planında inişler yaşamamak mümkün değil. Ve bu her kesim için geçerli fıtri bir kanun.

Cehaletle ve bağnazlığın cezasını toplumlar her daim ödemişlerdir. Hali hazırdaki durumda bile hem iktidardakilerin hem de muhaliflerin cümlelerini dinleyince gördüğünüz tek gerçek var, o da daha ağır bir imtihan talep etmeleri.

Evet, ağır bir imtihan daha talep ediyorlar. Öyle sözler söylüyorlar ki, kadere yaptıkları çağrı şu mealde oluyor: ‘’Rabbim bizide aynı durumla imtihan et, biz asla şikayet etmeyeceğiz, devlet devlet diyeceğiz, millet millet diyeceğiz…’’ vs.

Bunun olması için akıl almaz, can atarcasına çok ağır ifadeler kullanıyorlar. Vahim olan şu ki, taban ve tavan birlikte bunu talep ediyor. Rabbim masumları korusun. Zira talep edildiği zaman o talep gelecektir. 

Nitekim 1980’de Allahın kanunlarının yerine devleti konumlandıran, putlaştıran kim var ise hepsi devletle imtihan oldu ve devlet eliyle çok ağır dramlar yaşadılar. Sonrasında da o dramları yaşatanlar devletle imtihan oldu ve oluyorlar. Yarın bir benzerini de şimdi putçuluk yapanlar yaşayacaklardır. Bu fıtri bir kanundur.

Ayet bir gerçeğe vurgu yapıyor:

“… Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı….” (Araf, 48-49)

Hadis ise bir sonucu söylüyor:

 Nebi sav: “Dünyada yükselen her şeyi (geri) indirmek Allah’ın bir kanunudur.” (Buhârî)

Ve değişmeyen iki gerçek daha vardır. 

Birincisi ‘söylediğin sözün esiri olursun.’

İkincisi ‘kınayan kınadığını yaşamadan ölmeyecektir’. 

Takip edenler biliyor ki, meselenin bu mana planına bakan yönünü yıllardan beri birkaç defa ifade etmiştik. Yanlış anlaşılır diye bir çoğunu çok önceden silmiştim. En son silinmeden kalan 2016’ya ait bu mesajı bulabildim.

Ve hala aynı veriler mevcut. Bütün kutsal metinlerde işaret edilen şeyler; Doğa, sosyolojik çalkantılar, yokluk günleri ve bazı ağır musibetler vs. ile büyük imtihanlar süreci. 

Ve tüm bunların uzun soluklu sürme ihtimali. Çok daha fazlası var ama ümit kırmaması ve yanlış anlaşılmaması için buraya eklemiyorum. Zaten bir faydası da olmuyor. 

2010’dan beri bir çok defa uyardık ama ne söz ne yazı ne de seminerler… Hiçbiri tesir etmedi. Yakın arkadaşlarımızda bile tesiri olmuyor. 

Geçen yıl Mart aylarında konuştuğum arkadaşlara birçok defa ‘Kasım sonrası ciddi bir sıkıntı gözüküyor, tedbirinizi alın’ diye bir çok defa yine uyarmıştık. Ama o uyarılarda yine tesir etmedi. Ve biliyorum ki yine etmeyecek.

Neden?

Çok şey söylenebilir. Ama uzatıp vaktinizi almak istemiyorum. Sadece şu kadarla iktifa etmek istiyorum. 

Bu tür meseleleri neresinden alırsak alalım, başta kendi nefsim olmak üzere herkese dokunan bir yanı var. 

Bir çağrı yapacak olsam, her müminin ‘acaba bu bela ve musibet benden dolayı mı oldu?’ deyip tövbe istiğfar etmesini ve sonraki süreçte de işin içerisine kendisini katmamasını tavsiye ederdim.

Bu tür mana boyutlu meselelerde ‘Allah’ım mesele sana havale’ deyip beklemeye çekilmekle, dua noktasında bir strateji gerektiriyor. Çünkü, ülkedeki her iki kanatta Allah’ın kanunlarına farkına varmadan düşman oldular.

Misal, benim şunu demem kendimi araya sokmaktır: ‘Beni işsiz bıraktılar, zulm ettiler, sürgün ettiler, arkadaşlarımı hapse attılar, o yüzden bu tür musibetler toplumun başına geliyor.’

Hayır, bu Allaha savaş açanlar ile Allahın arasına girmektir ve çok büyük bir tehlikedir. İşin dönüp dolaşıp araya gireni de götürme ihtimali vardır. Çünkü ortada Tanrıcılık oynama yaşam formunda olan bir toplum söz konusudur. (Tabi bu noktada, toplumun tüm kesimlerinde hak üzere yaşayan kitleleri ayrı tutarak söylüyorum. Yani ülkedeki faize bulaşmayan, gıybet etmeyen, zaman israfı yapmayan, yemek israfı yapmayan, yalan söylemeyen, zan üzerine hareket etmeyen, delilsiz konuşmayan vs. gibi Allahın kanuna tabi olan insanları ayrı tutuyorum)

Evet, Allah’a savaş açılan yerde, putçuluk ameli içerisinde olan bir toplumda bir noktadan sonra hak ehlinin sükut etmesi ve geri çekilmesi, karışmaması iktiza eder. Keşke bu ilk andan itibaren olsaydı. 

Ne hazindir ki, İslam toplumları Mutezile ile birlikte çok aykırı uçlara savruldu. Ve bunların bir çoğu sakat. Liderini farkında olmadan Tanrı olarak gören, devletini kendinden (yani Allah’ın yarattığı kuldan) üstün tutan vb. çürümüş bir anlayış yerleşti. Ve şimdi de imtihan oluyorlar.

Diğer yandan hak dediğimiz ilahiyatçıların bile bir ev için faizli krediye fetva vererek Allah’a savaş açtırdığı, kendi çıkarı için kardeş katline fetva çıkardığı, yalanı bir silah olarak hak gördüğü vs. gibi bir yok oluş süreci yaşanıyor. (Söz konusu şahsi günahlar değil. Umumi günahlar ve suçlardır. Mesela zina, yalan şahsi bir günahtır. Ama faiz umumi bir zulümdür. Çünkü hırsızlıktır.)

İhtimal ki, o faiz ile alınan bazı kredili evlerin bir çoğu depremle birlikte sahibini de aldı götürdü. Allah muhafaza…

Devir ne yazık ki fitne devri olduğu için daha fazlasını yazarak kalp kırmak istemiyorum. Bazen o fitne devrinde Abdullah İbni Ömer'in yaptığı gibi toplum içinde inzivadan daha uygun bir yol bulamıyor insan. Hz. Ebu Zer Gifari gibi bir yaklaşımla hareket etmekten başka bir hal bırakmıyor dünyanın gidişat süreci. Zira, amelleri ile Allah’a savaş açmış toplumlara, en yakınınız dahi olsa tesir edemiyorsunuz. Ve zulme uğramaya devam ediyorsunuz.

Bu açıdan, böyle musibet süreçlerinde olayı kendi üzerimize almamak en sağlıklı yol olacaktır kanaatindeyim. Yani ‘bana, bize, toplumlara vs. değil, sistem içerisinde Allah’a düşman olan’ bir anlayışın olduğu fark edilmelidir. Ve bu tüm dünya için geçerlidir. Aradaki kişiler sadece bir sebeptir. Ama asıl düşmanlığın Allah’a olduğu fark edilmelidir.

Bu nokta da acizane yaklaşım ne olabilir? ‘’Allahım beni affet, bizleri affet, faize bulaşarak sana savaş açan kardeşlerimizi o cehennem amelinden kurtar, masumları koru. Zalimlere ne yapacağını sen bilirsin, bu meselelere karışmak bizim haddimiz değil. Tüm dünyada yaşanacak olan musibetlerden de bizleri muhafaza buyur’’ deyip edeple geri çekilmeli.

Çünkü bu mevzular sadece bir yeri değil, birçok yeri zamanla vuracaktır. Hali hazırda kafiri, müslümanı ile Allah ile savaşan bir dünya var ne yazık ki. Bir yerle kalmayacağı noktasında zannediyorum bir çoğumuz hem fikiriz. Enaniyet çağında, enaniyetlerin azalmadığı yerde musibetlerin artması yaratımsal olarak değişmeyen bir süreçtir. Buna ibretlik örneklerin başında İsrail tarihi gelir.

Eğer masum insanlar, haddi aşarak Allah ile savaşan zalimlerin ve toplumların arasına girip tokat yemezse meseleler çok farklı bir evreye geçebilir. 

Eğer insanlar zulüm-musibet denkleminden kendine pay çıkararak kurtulacağını düşünüyorsa, ihtimal ki yıllardır zulme uğrayan Doğu Türkistan’a ve Filistine zulmedenlerin 100 bin defa helak olması gerekirdi. Bu açıdan o denklemin içerisine girmemek, mesele Allah-kul münasebetine bağlı olduğuna gerçekten iman etmek ve bunu amele dökmek gerekiyor.

Değerli bir kalemin bu noktada çok güzel bir yaklaşımı vardı. Şöyle diyordu:

‘’Hz. Peygamber sav. Taif halkı için af diledi ama Beni Kurayza’da böyle bir olay olmadı. Taifliler cahildi ve Peygamberimiz sav’in mesajına değil kendi zatına hakaret ettiler. Hz. Peygamber  sav. Taifliler cahil olduğu için Allah’tan af diledi. Çünkü konu kendisi ve hak kendisine aitti. Fakat, Hendek’teki saldırı Allah’ın hukukuna olduğu için ve Peygamber’e Beni Kurayza üzerine yürümesi emredilince af söz konusu olmadı. Onları saklandıkları delikten çıkardı ve Allah’ın gazabı olarak tecelli etti.’’

Peki, Beni Kurayza nasıl bir toplumdu? 

Tevratı biliyorlardı. Kutsal metinlere hakimlerdi. Misal, putçuluk özlerinde yoktu, faizin yasak olduğunu, yalanın, gıybetin, içkinin vs. gibi kötü amellerin farkında olan bir toplumdu. Ama bu farkındalık olmasına rağmen kasti olarak şeriatın dışına çıkmışlardı.

Yani menfaat ve çıkar üzere yaşayan bir toplumdu. Faiz ile (Allah ile savaşarak) iş yapıyorlardı, yalanları vardı, fitne çıkarmaktan korkmuyorlardı. Vs.

Ve tüm bu ameller neticesinde gözleri kör olmuş, hakikate kapanmış, gerçekleri duymayacak hale gelmişlerdi. (Şimdilerde faiz ile iş yapanların duymadığı gibi)

Nitekim o ameller döndü dolaştı ve Peygamberimiz sav’in hak olduğunu bilmelerine rağmen Allah’ı ve kanunlarını zamanla dikkate almadılar, uzaklaştırlar, inançları sadece dilde kaldı ve bir süre sonrada hakikate düşman kesildiler. Ve neticesi de vahim oldu. (Benzeri bir düşmanlıkları da Hz. İsa’ya olmuştu. Zira Hz. İsa’da sistemlerine karşı çıkmış, Hahamların aldığı faizi vs. işleri yasaklamıştı)

Kısacası, zaman itibariyle şu an yaşanan musibetlere karışmamak, mümkünse tövbe istiğfar edip İslam hakikatine dönmek, diğer ülkelerde yaşayanlar içinde gelebilecek olan hadislere karşı bir kalkan olacaktır. Aksi halde ateş geldiği zaman hepimize dokunuyor. 

Nitekim ne Corona musibetinde ne de şimdiki deprem musibetinde görüldüğü gibi, kalpler katılaştığı zaman ders çıkarma fırsatı, basireti, imkanı olmuyor. Ve birer istatistik haline gelmekten kurtulamıyoruz.

Daha fazla vaktinizi almadan İsra 58. ayetin uyarısı ile bitirelim: 

‘’Hiç bir şehir (halkı) yoktur ki, kıyamet gününden önce biz onu helak etmeyelim, yahut şiddetli bir azab ile azablandırmayalım. Bu, Kitap'ta (Levhi Mahfuzda) yazılıdır.’’ 

Deprem, Komplolar ve Yankı Odaları

Hafta içerisinde sizlerde onlarca komplo teorisi ile karşılaşma durumunda kalmışsınızdır. Ne yazık ki, bizler iş gereği oturup saatlerce detaylı olarak birde bunları okumak, incelemek zorunda kalıyoruz. 

Haarp, sondaj - petrol kuyuları, ülkeyi ele geçiriyorlar, Verne’nin Güney Yıldızı, Federov’un Nato romantizmi, İtalya’nın Hava savunması, Bruce ailesi vs. daha onlarca komplo teorisi...

İnsan bazen yoruluyor. Ama mecbur kalıyorsunuz. Zira, ömrünün bir kısmını komplo teorilerine adayan biri olarak şunu ifade etmek isterim. Çevrenizde bu tür insanlar tanıyorsanız onları kendi haline bırakmamalısınız. Bu insanlar ciddi bir tehlike arz ediyor. Şakaya alınır tarafı olmayan bir meseledir. 

Bunun en basit örneğini İsrail’i yöneten (ve ABD’deki Evangelistler) zihniyette görebilirsiniz. Devleti yöneten, binlerce silahlı askere hükmeden, trilyon dolarlık paraya hükmeden ve dünyanın birçok ülkesine tesir eden bu zihniyet; Arz-ı Mevud, Tanrıyı kıyamete zorlama vs. gibi teorilere inanarak stratejiler belirliyor, hamleler yapıyorlar. Hakikati olmayan meseleler yüzünden milyarca insanın hayatları ile oynuyorlar.

Bu insanlara hususi vakit ayırmak, tevhid inancını aşılamak gerekiyor. Komplolarda öyle bir sınır vardır ki, o yankı odasına girdiğiniz zaman çıkamıyorsunuz. Tevhid akidesini dahi bozabiliyorsunuz.

Ne yazık ki günümüzün en büyük sorunu sürekli olarak aynı düşünce ve aynı fikir eksenindeki düşünce dünyasında kalmak. Bu şimdinin ve geleceğin çok ciddi bir problemi. Great Hack belgeselinde de meselenin farklı bir yönü işlenmişti.

Yankı odasının dışına çıkılmadığı müddetçe bu sorundan kurtulmak mümkün değildir. Üstelik bu çıkış en az 3,4 yıl sürmelidir. Bir çalışmada anlatılan anektod bize şunu söylüyordu:

‘‘Bir kişi hali hazırdaki düşüncesinden farklı bir düşünceye geçmesi için, o farklı düşünce ile ilgili olarak en az 3 yıl boyunca muhatap olmalı ve eski düşüncesinden tamamen uzak kalmalı…’’

Durum bu kadar vahim.

Yankı Odaları

“Bilgi, fikir veya inançların tanımlı bir sistemde iletişim ve tekrarla güçlendirildiği bir durumun metaforik bir tanımlamasıdır. Bir medya yankı odası içinde, kaynaklar genellikle tartışmasızdır ve karşıt görüşler sansürlenir veya yetersiz temsil edilir.”

Etkisi Nedir?

“Aynı düşünce etrafında birleşen insanlara sunulan bilginin o düşüncenin etrafında bulunan sınırlı alanda kalması, aynı görüşteki düşüncenin pekiştirilerek hiç sorgulanmadan benimsenmesi ve gerçeğin kendisinin inanılmaz bir haline dönüşmesidir.”

Sosyal mecralardan Facebook, Twitter ve Google vb. kullanıcılarına kişisel deneyimler sunmak amacıyla algoritmalarını kullanıcılarıyla uyumlu hale getirerek hareket eder. Ve bu durum bizlerin birer filtre balonuna hapis yaşamamıza sebep olur.

Hayatımızdaki Yeri

Dünya üzerindeki sosyal medya kullanıcılarının yankı odası etkisine girmesi istemediği yorumları, mesajları, paylaşımları gizleme hakkı tanıyor. Bu şekilde kullanıcı karşı görüşlere karşı kendisini kapatarak kutuplaşmasına yol açar, sosyal mecra içerisinde aynı görüşlerin kutuplaşması hepimize bu sayede olağan gelmektedir.

Yaşanan kutuplaşmalar her ne kadar bizlere normal gelse de kişilerin farklı görüşlere karşı kendilerini kapatmaları zamanla olumsuzluklara yol açacaktır.

Kullanıcının kendi kabuğuna çekilerek evrensel olduğunu kabul etmesi zamanla yalnızlığa ve yanlışlıklara sürükleyecektir.  Evet yankı odası etkisi olumsuz olan her şeyden bizleri uzaklaştırıyor fakat dünyaya kapalı hale gelmemize de olanak sağlıyor. Kişilere özgün içerikler üretme ve tasarlama hakkı sunarak sınırsız bir güç veren ütopyaya dönüşmüştür.

Tüm ortaya çıkan kişiselleştirmeler aslında internet kullanıcılarının tüm verilerinin bilindiği ve bizlere çok yakın olduklarının göstergesidir. Bizleri kendimizden bile daha iyi tanıyan internet ortamı gerçekten gözümüz kapalı güvenebileceğimiz bir ortam mı, işte bu belirsiz.

Bu noktada iki tavsiyem var.

İlki, daha önce de paylaşmış olduğum ‘‘Öngürülemeyenler’’ kitabının muhakkak okunup, özetinin çıkarılıp ve iki, üç ayda bir tekrar edilmesi. Aksi halde bir unutkanlık hali gelebiliyor. (Çocuklarınızı özellikle bu disiplinle yetiştirmenizi tavsiye ederim. Sürekli hadis inkarcılarının olduğu bir yankı odasına düşmüş ise onu kurtarma imkanınız çok düşüktür. Sürekli ‘ülkeyi ele geçiriyorlar, bu işte bir iş var, şeytani güçler harekete geçti vs.’ yankı odasında (hesaplarında) yaşıyor ise ona somut delili anlatamazsınız.)

İkinci olarak farklı ideolojileri sistemli ve disiplinli bir şekilde takip etmek.

Yıllardır farklı hesaplarla farklı kitleleri takip etme stratejisi izliyorum.

Misal, bir hesabınızla muhafazakar milliyetçi camiayı, bir hesabınız ile Z kuşağını, başka biri ile sol, liberal hesapları, bir başkası ile tarikat, cemaat hesaplarını, bir diğer hesabınızla yabancı kişileri ve onlar içerisindekileri cumhuriyetçiler, demokratlar, faşistler olarak gruplandırmayı vs…Ve sonrasında da Mailbrew’de bunu yapılandırarak kontrollü bir şekilde yankı odalarından uzak kalabiliyorsunuz. (Listeler olarak da bu yöntemi tercih etmek mümkün. Ama Twitter dışında bu çok mümkün olmuyor)

Burada ince nokta şu, asla tek hesapla herkesi takip etmemek. Bunu test ettik. Algoritma bir süre sonra yine %90 oranında size yakın kişileri daha fazla göstermeye başlıyor. Ve yine yankı dairesine girmiş oluyorsunuz.

Ve farklı bir kitleyi takip ettiğiniz hesabınıza asla diğer hesabınızdan takip ettiklerinizi eklemeyin. Akışı bozmuş olursunuz. Bu da ciddi bir risk.

Mesela şahsi hesabımda verimlilik, ekonomi, teknoloji vs. üzerine, yani bu alanlar ekseninde olan yabancı içerik üreticilerini takip ediyorum. Araya aldığım birkaç farklı hesap bile anında tüm algoritmayı değiştirebiliyor. Ve bu sizi yine aynı yankı odasına sokuyor. Ve sadece bir şekilde düşünmeye ve hayata bir pencereden bakmaya başlıyorsunuz. Şu anki, iktidar ve muhalefetin tavan ve tabanında olduğu gibi.

Tabi akla şu geliyor. ‘Eğer takip ettiğim kişiler Kuran-Sünnet çizgisinde veya Kemalist biri için sadece kemalistler var ise, varsın olsun hep o düşüncede sabit kalayım’ derseniz, ‘keşke öyle olsa’ deyip biraz daha makaleyi uzatabilirim. Ama buraya sığmaz. (Gününün 3,4 saatinin bu mecralarda geçiren insanlar bu durumu disipline etmek zorundalar. Algoritmanın yönettiği değil, kendimizin yönettiği bir birey olmak için başka bir seçeneğimiz yok)

Bir diğer nokta bu insanlara muhakkak Kuran ve sünnetteki veya modern hukuktaki somut delil hakikatini, sorgulamayı, delillerle gerçeğin peşine düşmeyi anlatmak, izah etmek gerekiyor.

Özellikle yorum ve zanlarla değil, somut delilin ne olduğu üzerinde ciddi ciddi bir eğitim gerekiyor. Zira bu ikisini ayırmakta güçlük çektiklerini görüyoruz. Daha vahimi ise şu, delil peşine düştükten sonra somut delil bulamayınca, bu kez de boşluğa düşüyor şaşırıp kalıyorlar ve tekrar yorumlara, zanlara geri dönüyorlar. Bunun olmaması için muhakkak yanlarında olmak gerekiyor.

Ne hazindir ki toplumda garip bir boş vermişlik var. 

‘Banane ne hali varsa görsün’ yaklaşımı bir tercihmiş gibi görülüyor, mücadele etmiyor insanlar. Hayır değerli kardeşim. Bu insanlar farkında olmadan Allah’a iftira ediyorlar. Mesela depremi -sebepler dairesinden fay üzerinden- Allah yapmış ise, ‘hayır Allah yapmadı, dış güçler Haarp ile yaptı’ diyerek kendilerini riske atıyorlar. Toplumu gerçeklerden koparıyorlar. Madde-mana bütünlüğünden ayrılıyorlar.

Gerçeklikten kopmak demek, sorununda gerçeğinden kopmak demektir. Yani ana odak noktasından uzaklaşmak ve hakikatin kaybetmesi demek. Türkiye’nin geldiği son durum ve ABD’nin geleceği son nokta orası olacaktır. (Çünkü tüm komploların ana çıkış noktası ABD’li yazar ve gazetecilere aittir. Türklere ait orijinal bir komplo teorisi yoktur. Hepsi alıntıdır.)

Bu kişiler zamanla önemli noktalara geldiği zamanda ayrı bir tehlikedir. Herkes için, tüm dünya için tehlikedir. Hitler’den tutunda Firavunlara kadar gidin, birçok diktatörde bu tür komplolara inanışlar ve ona göre stratejiler bulursunuz. Sadece onlarda değil, bu hali bir okul müdüründe, yurt müdüründe ya da koridor reisinde, vakıf başkanında vs. dahi görebilirsiniz…

Yani onların bu hale gelmemesi herkes için birer sorumluluktur. Çünkü bu aynı zamanda Allah rızası için, yalanlara karşı mücadele etmektir, hakikatin ortaya çıkması için görevini yerine getirmektir. 

Misal, dünkü şu haber tüm yankı odalarında aynı anda paylaşıldı. Ve bu yalan binlerce kişi tarafından yayıldı. Ve zerre sorgulama refleksi olmadı. Veya Simpsonlardaki Maraş hikayesi.  Komplocuların olduğu yankı odalarının çoğunda çizgi filmin tamamını izleyen ve olayın deprem ile hiçbir ilgisinin olmadığını araştıran kişi sayısı çok çok az. (Düşünün bu yalanı 980 bin kişi görmüş)

Benimde bulunduğum komplo yankı odalarında hala bu paylaşımlar yapılmaya devam ediliyor. Yani yalan ekilmeye, pislik yayılmaya ara verilmiyor.

Bu hesaplarda onlarca komplo teorisi var ve bu teorilere inanarak gerçeklerden kopan binlerce insan var. Evet binlerce. 

Gel gör ki, aradan 19-30 yıl vs. geçecek ve bu komplolar yine ispatsız devam edecek. Ve yine binlerce insan belki bir yalana ortak olmuş olacak, belki de tevhid problemi ile ahiretini yakmış olacak. 

Bu arada neden 19 yıl dedim? 

Biliyorsunuz, 2004 yılındaki Hint okyanusundaki tsunaminden sonra da, tsunaminin asıl nedeninin İsrailli ve Amerikalı uzmanların nükleer deneyi yüzünden olduğu komplosu günlerce yazılmış, çizilmişti. Ve aradan 19 yıl geçti hala ortada somut bir delil yok. (Bu arada şeytan bu insanları gerçeklerden koparmak için ciddi bir ZAN oluşturacak rastlantılar denk getirme noktasında da enfes çalışıyor. Ya ‘bu kadar da rastlantı olmaz’ dedirtiyor ve komploya iman ettiriyor)

Oysaki bu tür meselelerde izlenecek yöntem basittir. Ne tamamen reddet, ne tamamen kabul et, ne de zanna sebep olacak yoruma gir. İşe yarayanı al kullan, yaramayanı tamamen bırak, işine bak.

Deprem Sonrası  O Bakışların Anlattıkları

99 depremini yaşamış Eray Cemal Şentürk, deprem sonrasına yaşanabileceklere dair önemli ayrıntılar düşmüş.

Şentürk şöyle yazıyor:

‘’99'daki depremde Sakarya'da evde yalnızdım(yaş 16). Ailem avcılardaydı. Biri birimize ulaşmamız 4 gün sürdü.Onlar beni öldü sanıyor, ben onları. Elektrik yok, gökyüzünde ürkütücü derecede fazla yıldız var.Haberleşme bu şekilde değil o zaman, cep telefonu yok.Gün aydınlandığında manzaraya inanamadım.Tüm riskleri alıp eve girdim, yaşadığım yer bu olamazdı. Fotoğraf makinasını aldım ve aşağıdaki fotoyu çektim. Çünkü bu anın hayatımı değiştireceğini anlıyor gibiydim.

3 gün uyumadan yardım etmeye çalıştım,genelde ceset çıkardık,4 aylık bir bebeği canlı kurtarmıştım. Ne cesetlerin yüzünü nede bebeğinkini unuttum.. 4. gün kaldırımda sızmışım,üstümde sadece şort var. 1. haftanın sonunda ceset kokusu sardı şehri. Her şey bitmişti.. İlk defa profesyonel yardım ekibi gördüğüm gün 7. gündü..

1.5 yıl diğer herkes gibi çadırda ve kendi yaptığımız barakada kaldım.Hala yardım lazımdı. İş makinalarının enkazları kaldırması 2 yıl sürdü. Sadece bir şehirde resmi kayıtlara göre 20.000 kişi kaybetmiştik bize göre 100.000'di. Tabi Gölcük ve Düzece'yi eklersek felaket bir sayı.

ilk bir-iki hafta her şey kaotik,ne hissedeceğini bilmiyorsun,hissettiğin şeyin ne olduğunu da tarif edemiyorsun. Bir süre şehir kalabalıklaşıyor belki bir ay kadar.İnsanların yardımı sana ulaşıyor, sonra.. Sonra yardıma gelen o güzel insanlar gidiyor. Bu süreçten yorulan, yakınlarını kaybeden şehir insanı da güvenlik amacıyla şehri terkediyor. Ama bir daha dönmeyeceklerini onlarda bilmiyor..2 yıl boyunca elveda yazan enkazlar arasında yaşıyorsun(her gün bakardım bu binaya).O zaman artık ne hissettiğini anlıyorsun..

Bir gün Adapazarına yolunuz düşerse, yolda yürürken insanların size baktığını rahatsız edici şekilde gözünü gözüne değdirmeye çalıştığını farkedeceksiniz.Bu 99 yılında yakınlarından haber almaya çalışan insanların sokaktaki halidir ve bu travmatik hareket tüm şehrin ortak davranışı olarak kalmıştır.

Bunu niye yazıyorum. Bu tarz afetlerde, kaos içerisinde herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor, devletimizden ziyade insanımız daha güzel.. Ama bir kaç hafta sonra o insanlar evsiz kaldıkları gibi, yalnız kalacaklar, işsiz kaldıklarını hatırlayacaklar ve bir süre sonra umutsuz kalacaklar. Yani bu süreç çok uzun bir süreç. Oradaki halkın en az 2 veya 3 yıl yaşamsal, finansal ve psikolojik desteğe ihtiyacı var ve bu bizim güzel insanımızın sorumluluğu değil. Afetle ilgili vergiler bunun için ama ben böyle uzun süreli düşünülen bir organizasyon hiç görmedim.

O dönem ateş yaktığımız bir akşamda çocuk aklımızla konuştuğumuz konu şuydu. Neden itfaiyeci var? Çünkü yangın var. Neden öğretmen var, çünkü öğrenci var. Neden ordu var çünkü hiç olmasa bile savaş riski var. Ee depremde var. Peki neden 20-30 bin tane sabah akşam tatbikat yapan kadrolu deprem kuvvetimiz yok? Bunun cevabını henüz bulmuş değilim..Tabi buna ihtiyaç olmaması en güzeli olurdu ama zannediyorum ülkemiz doğaya saygı duymayı ve gerektirdiklerini yapmayı 2.yüzyılımızda da öğrenemeyecek..

Hepimize geçmiş olsun''

Psikolojik Destek

Ülkede uzun bir süre deprem etkisi yaşanacağı için çevremizde bu konuyla ilgili desteğe ciddi olarak ihtiyaçlar olacaktır. Toplum olarak psikolojik desteği çok önemsemiyoruz ama hiç değilse birkaç kaynağı dinlemek okumak fayda sağlayabilir.

Bu noktada Psikologlar Derneği bir zoom toplantısı yaptı. Dinlemekte fayda olabilir.


Deprem Psikolojisi

Psikolog İlknur Uslu deprem psikolojisine dair bazı tesbitlerde bulundu:

‘’Maalesef fiziksel acılar zamanla geçse de, hem bireysel-hem toplumsal ruh sağlığı üzerinde bırakacağı yaraların iyileşmesi için yol uzun.

Buralarda hepimize iş düşecek, umutla ve çabayla birbirimize destek olmaya ihtiyaç çok.

Buralarda, doğru yaklaşım ve destek önemli!

Yıl 93 - ODTÜ psikoloji ekibi olarak "travma sonrası stres bozukluğu" araştırması için Erzincan'dayız.

637 kişinin hayatını kaybettiği depreminin üstünden geçen bir yılın ardında yıkılan evler inşa edilse de, ruhlarda kalan yaraları gözlerde gördüğüm, travmayı-stresi kitaplardan değil, insanlardan öğrendiğim deneyimim.

Yıl 99 - Marmara depremi: 18 bin 303 canın yok olduğu bu felaketi İstanbul'da yaşayıp, acıların ardından çaresiz kaldığımız günler.

Yıl 2003- 11 canın kaybı ile sonuçlanan Hsbc terör saldırısında patlatılan binamızda iş arkadaşlarımla yaşadığımız dehşet ve travması.

Böyle vakitlerde -iyi niyetli de- olsa bazı yaklaşımlar yarardan çok zarar verir.

❌"Seni anlıyorum" demenin anlamı yok. Anlayamazsın!

❌"Kurtuldun ya, neyse" gibi TESELLİ CÜMLELERİ

❌"Keşke şunu yapsaydın" gibi AKIL VERMELER

❌ "Üzülme artık, geçti" gibi DUYGU YARGILAYICILIĞI

İŞE YARAMAZ!

Bunun yerine, kendimizi, çocuklarımızı eğitmemiz kıymetli.

✔Ateşin düştüğü yeri yaktığı travmalarda PSİKOLOJİK İLK YARDIM ilkelerini bilmemiz önemli.

YAS dönemi uzundur!

Acıyı hissetmek öyle ağır gelir ki ilk zaman, dondurur onu beyin. Koruma altına alır kendini. Bilir yüzleşirse o acıyla ayakta bile duramayacağını.

Sonra sonra bakınır çevresine neler oluyor diye, sonradan hissetmeye başlar kanayan yüreğini, acıyan bedenini...

Bugün herkes elinden geleni yapıyor. Bunu yaparken, YAS döneminde bizlere düşen en büyük görevin; Elden gelen tüm desteği SÜREKLİ olacak şekilde vermek olduğunu aklımızda tutalım.

➖Zaman geçtikçe, el ayak çekilmesine müsaade etmeden,

➖Hayat gailesi içinde öncelikliler listesinde geride bırakmadan,

➖"Ben elimden geleni yapmıştım" a sığınıp, gönül rahatlamadan devam etmesi gereken, bir maraton var önümüzde.

Fiziksel olarak da, psikolojik olarak da.

Bu yüzden, soluğu-nefesi iyi ayarlayıp; çok iyi koordine olup, koordine olabilmiş organizasyonlara maddi-manevi desteğimizi son gücümüzle verip, ilerleyeceğiz.’’

&&&

Ayrıca, deprem sonrası psikoloji yönetmek için birkaç link bırakıyorum. İhtiyacı olabilecek kişilere yönlendirilebilir. Kestirme bilgiler mevcut.

Çocuklara Depremi Nasıl Anlatmalıyız? 2-7 Yaş Grubuna Dikkat!

Çocuklar ve deprem! Podcast

Çocuklarda yas Anne Baba El Kitabı


Faydalı Deprem Linkleri

500’den fazla gönüllü yazılımcı, tüm yardım taleplerini tek bir noktada sunmak için tasarladığı proje: deprem.io

Depremzedeler için toplanma alanları, tesisler, oteller ve gönüllü evleri gibi kalacak yerleri gösteren platform: Kalacakyer.org

Yardım taleplerini tek bir noktadan sunan platform: Depremyardim.com

700 gönüllü yazılımcının çalışması ile oluşturulan proje:

https://www.afetbilgi.com/

Kızılay'ın devamlı güncellenen ihtiyaçlar için: kanver.org

Gelen yabancı yardım ekipleri için çevirmen ihtiyacı bulunuyor. İlgililer arc@ceviridernegi.org adresine mail atabilir.

Depremde evini kaybetmiş yurttaşlar ile kira desteği vermek ya da boş durumdaki evini kullanıma açmak isteyen yurttaşları buluşturmak için başlatılan proje: https://lnkd.in/dAmJHmH8

Ahbap, Akut ve AFAD ile anlık paylaşım yapılan platform: https://afetharita.com/

Deprem Anında Hayat Kurtaran Mobil Uygulamalar

Başta deprem olmak üzere doğal afetler sırasında ve sonrasında hayatınızı kurtarmaya yardımcı olacak mobil uygulamalar şöyle;

AFAD Acil: https://lnkd.in/dnderwwd

BiP: https://bip.com/tr/indir/

AKUT – Güvendeyim: https://lnkd.in/dB8QdUh2

Life360: https://lnkd.in/dMTT4Vyn

Earthquake app: https://earthquake.app/

Lastquake: https://m.emsc.eu/



Bu haftalıkta bültenimiz sonuna geldik.

👉 Bültenimize yıllık abone olarak maddi destek verebilir veya devam edebilmemiz için bağış yapabilirsiniz. Üç arkadaşınıza tavsiye vererekte bu bilgilerin onlara ulaşmasına vesile olabilirsiniz.

Önceki
Önceki

Ahir Zamanda Bina/İnşaat Şifresi ve O Riskler

Sonraki
Sonraki

120’den Fazla Ekonomide 76 Milyon Ek İş!