‘‘Helak olmamak için kötülükleri engellemek zorundayız’’

Aşağıdaki makaleyi okuduğum günden beri sistemle mücadeleye etmeye her daim farklı bir nazariye ile baktım.

Zira, halihazırda dünyanın yaşadığı buhranın altında yatan neden, bu tür uyarıları başta masumlar, ardından müslümanlar ve sonrasında ise insanlığı düşündüğünü söyleyen diğer din salikleri asla dikkate almadı.

Eğer bu dikkate alma devam etmez ise, insanlığın yaşadığı buhran katlanarak devam edecek ve ihtimal evlatlarımızda aynı kaderi yaşayacaklar.

Ne yazık ki, toplum hala daha çevresinde banka kredisi çekerek sisteme destek verenlerle, hem kendilerine, hem masumlara darbe vuranlarla mücadele etmiyor. O kardeşinin ahiretini kurtarması adına bile uyarıda bulunmuyor.

Hakeza, yalan söyleyenlere müdahale etmiyor, fitnecilik yapanlara müdahale etmiyor, hatta kendisine iftira edenlerle dahi mücadele etmeyi bir süre sonra bırakıyor. Ve hayatında hiçbir sorun yok diyerek devam ediyor. Oysa ki yaşadığı kader, o kötülüğü yayan ile farksız ilerliyor.

Ve diğer yandan ise, yaptığımız bu amellerimizle farkına varmadan kötünün kötülüğü yaymasına da sebep oluyoruz. Bu açıdan makaleyi tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hz. Pir meseleyi çok net ifade ediyor:

‘‘Allah Resûlü, Benî İsrail’in vaziyetini bize aktarırken, “İsrailoğullarında ilk içtimaî çöküntü şöyle başla- mıştır: Bir kişi diğerinde gördüğü bir kötülük üzerine, ‘Ey filan, bu işi terk et, bu sana helâl değildir!’ derdi. Ertesi gün de o adam, aynı münkeri işlemesine rağmen, onunla oturur- kalkar, yer-içer ve arkadaşlık ederdi. Bunun üzerine Allah (celle celâluhu) onların kalblerini birbirine çarptı karıştırdı.” demiş ve sonra da şu âyeti okumuştur:

“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan edip başkaldırmalarından ve aşırı gitmelerindendi.”

Sonra ayakta bulunan Allah Resûlü (sallallâhu aley- hi ve sellem) oturarak sözlerini şöyle tamamlamıştır: “Hayır, vallahi, ne olursa olsun siz mârufu emredip münkerden nehyetmelisiniz. Ve mutlaka zalimin elinden tutup onu hakka, istikamete çekmelisiniz.”

Burada âyet ve hadis, Benî İsrail’in mezmum durumunu dile getirirken, mü’minleri de aynı akıbetten sakındırmakta- dır. Aslında bu gibi vak’aların rapor edilmesinde her zaman böyle bir hikmet gizlidir.

Bir kötülüğün cemiyet içinde yayılması birden olmaz. Kötülükler yavaş yavaş ortaya çıkar ve ciddî bir reaksiyon görmezse, o, her kesime kendini kabul ettirir; bugün karşısında olanlar dahi ertesi gün ona yumuşak bakmaya başlarlar.

Derken, kötülük büyüyerek gelişir ve o münkeri işleyen, münkeri işlemeye devam ederken, diğer bütün gerilimini yi- tirmişler de onunla yiyip-içmelerini ve dostluklarını devam ettirirler. Böylece, o kötülük, cemiyet içinde tam yayılma zemini bulur ve herhangi bir tepki almadan her yerde boy atıp gelişir.

İmanın varlığına son işaret ve alâmet olan “kalbiyle buğzetme”de ortadan kalkınca, Allah (celle celâluhu), onların kalblerini birbirine katıp karıştırır ve onların arasında münaferetler, dahilî tartışmalar, sürtüşmeler meydana getirir. Derken cemiyet, bir sürü fırkalara ayrılır ve şeriat-ı fıtriyeye göre bir helâk sürecine girmiş olurlar.

Günümüz İslâm âlemi, hemen her yerde, hasta, alîl ve ihtiyaç içinde kıvranmaktadır. Onun kendi özüne dönmeye ihtiyacı vardır. O, ruhu zillet içinde, akılsızlığının mâlulü ve bütün uzviyatı da illet içindedir; illet içindedir, acilen tedavi edilmesi gerekmektedir. Tedavi edilip fertleri münkerata karşı dirençli hâle getirilmelidir ki, yükleneceği misyonu eda ede- bilsin. Çünkü bütün dünya ve bütün kâinat, hakikî mü’min bir toplumun yeryüzünde arz-ı dîdâr etmesine muhtaçtır. Bugün ruhları zilletten, akılları esaretten ve toplumun bütün uzuvlarını da illetten kurtaracak yegâne sistem o sistemdir.

Fert ve cemiyet arasında muvazene bozulunca, cemiye- tin nasıl altüst olduğunu Benî İsrail ve emsali milletlerin tarihî serencamelerinde müşâhede etmek mümkündür. Bunlar fitne ve fesada davetiye çıkarttıkları için önce kalbleri düşman- lıklarla darmadağınık hâle geldi, sonra da zilletten zillete sü- rüklenip gittiler.

İsrailoğulları’nın bir devrede Hıristiyan dünyasından çekmedikleri eza ve maruz kalmadıkları hakaret kalmadı. Başka bir dönemde yıllarca esaret hayatı yaşadılar. Tarih-i kadimde Şabur tarafından işkencelerin en iğrenciyle tecziye edildiler. Onların böyle bir duruma düşmelerinin –zannediyorum– tek sebebi vardı ki, o da, aralarında emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yapmamalarıydı. Bu sebeple idi ki, kalblerinde ayrılık tohumları serpilip gelişti, sonra da esaretleri esaretler takip etti.

Biz dahil, yıkılan bütün toplumlar, hep aynı kaderin kur- banlarıydı. Bu kadarlıkla da kalmamıştı; bu kader, onlarda korkunç bir kompleks ve insanlıktan intikam alma hissini geliştirmişti. Bugünkü durumları da bu ruh zilleti ve alçaklık psi- kolojisinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir kompleks taşıyan toplumlar, kendilerini yok etme pahasına bütün bir insanlığı ve insanî değerleri tahrip bile edebilirler.

İşte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Benî İsrail vak’asını rapor ederken, böyle bir akıbete düşmemeleri için yapılması gereken her şeyi baştan yapmaları gerektiği hususunu ümmetine ihtar ediyor ve onlara çözülüp dağılmamanın yollarını gösteriyordu.

Fertle cemiyet arasında ciddî bir alâka mevcuttur. Cemi- yet, fertlerden meydana gelir. Faziletle donatılmış fertlerden meydana gelen bir toplum da faziletlidir. Bu itibarla, fertlerin faziletli olmaları ne kadar derin ve ciddî ise toplum o ölçüde faziletli sayılır.

İnsanın kazandığı faziletler ezelî olmadığı gibi ebedî de değildir. Ortada bir keynûnet (sonradan olma) söz konusudur. Dolayısıyla, elde edilen fazilet ve hayırlı oluşumlar, o fazileti kazandıran şartların devamını iktiza ederler. Şartlarının gerçekleşmediği yerde faziletten de söz edilemez.

Bu konuda fert ve cemiyet için eğer bir şey söz konu- su ise, o da fazilet şartlarını hazırlayıp devam ettirmeleridir. Böyle bir gayretin kısa veya uzunluğuna göre, cemiyetlerin ömürleri de kısa veya uzun olur. Bu itibarla, her zaman fert ve cemiyet elde ettikleri değerleri kemal-i hassasiyetle koruma mecburiyetindedirler. Aksi hâlde, sukut sukut üstüne yıkılır giderler de bir daha da bellerini doğrultamazlar.’’

Önceki
Önceki

Maddi ve Manevi Şifa Reçeteleri

Sonraki
Sonraki

‘‘Ben nasıl cehennemlik olurum?’’