Kopmuş Kollar, Bacaklar, Etrafta Koşturan Çıplak İnsanlar…

Geçen hafta Diken’in yaptığı haber pek dikkat çekmedi. Depremin hemen sonrasında doktorların yaşadıkları dramatik sahneleri anlattıkları haberde çok önemli noktalar vardı.

Haber gözardı edildiği için blog takipçilerine özet olarak önemli kısımlarını aktarmak istedim. Doktorların anlattıklarını okuyunca görüyorsunuz ki, tıbbın bir para - pazarlama endüstrisi haline gelince sonuçları çok ağır oluyor.

Sistem sağlık, şifa üzerine değil, aslında tamamen bir para kazanma planlaması üzerine kurulmuş. Aksi halde afetin hemen sonrasında bu kadar kolay insan ölümleri seyredilmezdi. Hakikaten çok çok yazık olmuş!

Detaylara girmeden doktorların o anlarla ilgili sözlerini aşağıya bırakıyorum:

&&&

TATD Başkanı Prof. Dr. Serkan Yılmaz: Deprem, Türkiye’deki sağlık sisteminin kırılganlığını ortaya çıkardı.

Dr. Kıvanç Aydınalp: Pazartesi günü (6 Şubat) hastaneye (Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi) girdim, 20 Şubat’ta çıktım. Sürekli ex (ölü) geliyor. Ama 112 ile gelmiyor, yakınları tarafından battaniyelerde getiriliyor. Bir kurtarma çalışması neticesi gelmiyorlar.  Bir yerden sökülmüş, çıkarılmış, sadece ölü mü, değil mi diye getirilmişİlk saatlerde elektrik yok, jeneratör devreye girmemişti. Elektriksizlikten hastalara neler olduğunu söylemek istemiyorum. Zifiri karanlık bir hastane, su boruları patlamış, her taraftan sular akıyor. Etrafta çırılçıplak insanlar koşturuyor, ajiteler, sadece gece nöbetinde olması gerektiği kadar personel var o saatte. Ve ampute (kopmuş) kollar, bacaklar, insanlar getiriliyor. Zifiri karanlıkta, telefon ışığında hasta bakılmaya çalıştık Röntgen yok, ultrason yok, tomografi yok, hiç kimse yok. Yardıma gelecek kimse yok. Hastaneye gelen yollar kapalı. UMKE ekipleri 14.00-15.00 gibi geldiler. Zaten geç kurulan sahra hastanesinin o noktada çok desteği olamadı. İkinci günün sonunda su bile gelmemişti. 48 saat sonra hemşire ‘bir yudum su var mı?’ diye ortada geziyordu. Hala su yoktu, yiyecek yoktu.


Dr. Sıtkı Sarper Sağlam: Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi’ne girdiğimizde inanılmaz biz kaos vardı. Yaklaşık 10’a yakın doktor arkadaşımız toplanabilmişti. Birçok kişi hastaneye ulaşamamıştı, göçük altında arkadaşlarımız var diye düşündük. Hızla triyajı, alanları oluşturmaya çalıştık. O kadar fazla hasta geliyordu ki… Kucakta, 112 ile getirilen… Doktor, hemşire, postası toplam 20 kişiydik ve binlerce hasta geldi. Sürekli geliyordu ve bitmiyordu. Ara verebilsek, planlama yapacağız. Hiç ara veremedik. 11.00-12.00’ye kadar inanılmaz ölçüde, artarak devam etti. Birkaç farklı alanda triyaj yapmak zorunda kaldık. Hastanenin bütün girişlerinden insanlar yağıyordu. Siyah hastalar (ölüler), kırmızıdan siyaha yakın hastalar gelmeye başlayınca olayın vahameti daha da arttı. Bir süre sonra artık saymıyorsunuz, ne yaptığınızı da anlamıyorsunuz. En büyük sıkıntı mobil hatların çalışmaması. Buna alternatif bir sistemimiz de yoktu. Ne 112’den ne de herhangi bir yetkiliden bilgi alabiliyorduk. UMKE ekibinin kendi çabasıyla geldiğini ve onun kurduğu çadırlar sayesinde iki çadırımız olduğunu gördük. Başka da bir şey yok. Kan bulamadık. İkinci depremden sonra tomografi çalışmadı. Herhangi bir tetkik imkanı en başından beri hiç olamadı. Sadece ve sadece muayenemiz, stetoskobumuz ve biz vardık. Acil tıpta bize öğretilen hiçbir şeyi yapamadık. Buna üzülüyoruz. Daha fazlasını yapabiliyor olmak, onu biliyor olmak ama uygulayamamak bizi çok acıtan bir şeydi.


Dr. Mustafa Sefa Pepele: Beşe çeyrek kala hastanedeydim. Hastalar gelmeye başlamıştı. 12.00’ye kadar bin hastayı bulduk. 12.00-13.00’e doğru toparladık, “Bundan sonra bir sıkıntı olmaz” dedik. Ta ki ikinci depremi yaşayana kadar. İkinci depremden sonra hastanede çalışan hiçbir şeyimiz kalmadı. Tomografimiz gitti. Üst katlarda yoğun bakım ve servislerdeki tüm elektrik, su, oksijen tesisatı gitti. Asansör halatları koptu. Yukarıda yatan hastalar geri aşağıya geldi. Yoğun bakımdaki entübe hastalar da acile indirildi. Gelenlere ek bunlara bakmak zorunda kaldık. Acayip bir kargaşa oldu. Entübe hastalar acilde takip edilemediği için çoğu vefat etti. Elektrik, su konusunda çok sıkıntı yaşadık. Yardım ikinci gün Van ekibinden geldi. Deprem yaşadıkları iki bin battaniye, sıcak yemek, su, para, ne varsa getirmişlerdi. Bu şekilde biraz ayağa kalktık. Kargo uçaklarıyla hastalarımızı İstanbul’a sevk ettik. Elazığ da hasta kabul etti.

Prof. Dr. Cuma Yıldırım: Depremden sonra evde kim varsa hepsini topladım, sırtlarına battaniye verdim, hastaneye (Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi) geldim. Ailemi odaya yerleştirdim. Baktım diğer öğretim üyesi arkadaşlar da öyle yapmışlar. İlk vefat eden 05.15’de getirilen, geçen ay mezun ettiğimiz arkadaşımızdı. Hastaneye ex duhul (ölü) olarak girdi. Arkadaşlarımız çok sarsıldı. Ciddi bir kalabalık yığıldı. Kalabalıkları kontrol edemedik. Bir megafon getirttim. Kontrolü sağlamada bayağı işimize yaradı. Öğleye kadar hastane yıkılmadı, suyumuz,  elektriğimiz gitmedi, gazımız gitti, bu yüzden çok üşüdük. Dışarıdan haber alamadık. Adıyaman, Hatay, Maraş gitti diyorlar. Gaziantep’te diğer eğitim ve araştırma hastanesi yıkıldı, kapatıldı, tek üçüncü seviye biz kaldık. 40 saat şehir içinden dahil hiçbir yardım alamadık, tamamen kendi yağımızla kavrulduk. Civarda oturan, mezun ettiğimiz arkadaşlar yardıma geldiler. Ciddi sayıda vefat oldu, morg yetmedi. Afet hastalarına bakarken bir baktık servisteki herkes korkmuş, acile gelmişler. Arka taraf servisteki hastalarla doluydu. Onları ayırt etmek, ayıklamak bizim için bayağı sorun oldu.



Dr. Anıl Yoldaş: Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki uzmanlık eğitimimin son üç ayındayım. İlk etapta hasta gelmiyordu. Herkes dışarı çıkmıştı. Servislerden hastalar indirilmişti. Depremzedeler yağmaya başladı. Maalesef il etapta siyahlar (ölü) geliyordu. Çok kötülerini gördük. Daha sonra elektrik gitti. Alanımız o kadar dardı ki… Sedye bulamıyorduk, hastaları yere yatırmak zorunda kalıyorduk. Bir süre sonra battaniye dahi bulamamaya başladık. Acilin yarısını 4-5 saat boyunca ex’lerin (ölü) olduğu bir alan olarak kullandık. 112’den hiçbir şekilde haber alamadık. Röntgen, tomografi, her şey bozuktu. Sevk yapıp yapamayacağımızı bilmiyorduk. Yöneticimiz gelince sorunlar çözüldü. Elektriklerimiz geldi. Arkadaki servisleri açarak ex’leri almaya çalıştık. Yaralılara yapabildiğimiz damar yolu açabilmek, sıvı desteği verebilmek, ampütasyon olabilecek ya da ampute gelen hastalarda turnikeye sağlayabilmek, resüsitasyona hızlı başlayabilmek. Onlarda bile maalesef adrenalin, oksijen tüpü sıkıntısı oldu. Güvenlik, malzeme eksikliği sorunu vardı. Koordinasyonsuzluk, görüntüleme, laboratuvar eksiklikleri bizi çok etkiledi. İlk 24 saat çok kötü geçti. Belki de hayatımızın en kötü günüydü.


 Prof. Dr. Başak Bayram: Bildiğimiz, duyduğumuz, okuduğumuz afetle ilgili her şeyi silelim, tekrar yazalım. Bu kadar büyük bir afetin ortasında sağlık hizmetini yönetmek çok zor. Afet tıbbında temel bildiğimiz, önce iyiler gelir, sonra kötüler. Pek öyle gerçekçi değilmiş. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi’ne UMKE ile giderken yol boyunca çadır hastanenin geleceğini konuştuk. İlk önce bir acili kurarlar, hemen arkasından hastaneyi ve biz orada çalışmaya başlarız, cerrahi ekip de var diye düşündük. Gittikten sonra öğrendik ki, düşündüğümüz boyutta bir çadır gelmedi. Saatler içinde gelemeyeceğini öğrendik. Yaptığımız tatbikatlar, hastane afet planları çok işe yaramıyormuş. Bütün afet planlarımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Acilcilerin bir sözü var: Biz her gün kaotik bir ortamda çalışıyoruz, bütün kaosları yönetebiliriz. Böyle bir şey yok. Böyle bir kaosu yönetemeyiz. Onlarca kırmızı alan hastasını aynı anda karşıladığınızı düşünün. Aynı anda ve sürekli üç hastayı resüsite (canlandırma) ettiğinizi düşünün… Şunu kesinlikle söylemek istiyorum ki, afet alanına çok sayıda acil tıpçının aynı anda ulaştırılması çok makul bir yaklaşım. Hızlı hareket ediyorlar, birlikte mantıklı düşünebiliyorlar, aynı şeyleri yaptıkları için süreci iyi götürebiliyorlar.


Prof. Dr. Süleyman Türedi: Hatay Şehir Hastanesi’ne gittiğimde hayatımda gördüğüm en kaotik, trajik, korkunç manzarayla karşılaştım. İlk günü hiç düşünemiyorum. Bin yataklı bir hastane depremden zarar gördüğü için hastalarını tahliye etmeye çalışıyordu. Bütün plan, hastaların Mersin ve Adana şehir hastanelerine helikopterle nakledilmesi üzerine kurulmuştu. Uçak ya da ambulansla çok zordu. Hatay’dan çıkış da çok problemliydi. Entübe olanları karayoluyla gönderiyorduk. Sahra hastanesinde sadece hastaların entübasyonu, göğüs tüpü takılması, damar yolu açılması, hipotermiden korunması hizmeti verebiliyorduk. Serumu ısıtmak bile inanılmaz zordu. Kaynatılan suda serumları ısıtmaya çalışıyorduk. Isıtıcıyı her fişe taktığımızda çadırın elektriği gidiyordu. Bütün UMKE çadırlarının, resüsitasyon alanlarının tepeden tırnağa yeniden planlanması gerekiyor. Şehir hastanesi, eğitim ve araştırma hastanesi karşımızda ayakta duruyor, ancak içi yıkılmış, hiçbir hizmet veremiyor. İçindeki çocuklar, yoğun bakımda yatanlar bundan dolayı hayatını kaybetmiş. İnsanlar sahtekar olmamalı. Beni en fazla üzen, travmatize eden, hastaneyi orada görüp de kullanamamak. Kullanamadığımız için insanların vefat ettiğini görmek beni çok üzdü. Hastaneler kesinlikle ve kesinlikle afetlerde devre dışı kalmamalı.

Dr. Esat Karaduman: Kendim de depremzedeyim, babamın evi yıkıldı. Hastane çalışıyor zannediyorduk. Nurdağı Hastanesi yıkılmış, girilmez durumdaydı. Çadır kurmuşlar içinde üç yatak var. İki acil tıp uzmanıydık, paramedik ve UMKE’ciler vardı. Hastalar elimizde kaldı. Entübe ediyoruz, oksijen tüpü yok, yeniden canlandırma yapıyoruz, adrenalin yok. Ondan sonra vicdanen dayanamadık. Ben ve bir paramedik arkadaş hastanenin içine girdik. Alt katta eczane varmış. Elime bir poşet geçirdim, telefon ışıklarıyla girdik ne gördüysek aldık. O sıra bir deprem de oldu. Kaçtık. Hastaların bari ağrılarını keselim diye ağrı kesici verdik. Yol açılınca sevk etmeye başladık. İletişim olmadığı için telefon yok, internet yok, gelen ambulansa “Antep’e götür” diyorduk. Battaniye lükstü. Ceset torbası olmadığı için cenazeler açıkta kaldı. 24 saat geçtikten sonra biraz stabil olmaya, ilaç gelmeye başladı. İstanbul’dan hekimler geldi, bizi dinlenmeye gönderdi. Dinlenecek yer yok, dışarıda yağmur yağıyor, tuvalet yok. Bu sefer o cesaretle ultrason, mekanik ventilatör, oksijen tüplerini çıkardık. En azından çadırda bir şeyler yapabilelim istedik.’’

Evet doktorların anlattıkları bu vahim ölümler için çok şey anlatılabilir ama sözün tesirinin kalmadığı bir zaman ve ülkede yapacak fazla birşey yok. Allah bundan sonraki o gelecek günde masumlara yardım etsin.

Haberin geriye kalanını Diken’den okuyabilirsiniz.

&&&


Önceki
Önceki

Hurmanın Bilimsel Faydaları ve Sonuçları!

Sonraki
Sonraki

İstanbul: Yaklaşan Tehlike ve b…k çukurunda ölmek