‘‘Ali Bulaç gazeteci değil, terörist’tir’’
Ali Bulaç’ın ifadesinin tamamını okuduktan sonra bu makaleyi yazmaya karar verdim.
Bulaç’ın ifadesinin bir çok yönü mevcut. Fazla vaktinizi almadan sadece bir yönüne değinip noktalayacağım.
17-25 Aralık süreci başladığı zaman, cemaatin merkezinde olmayan ve içerisinde yaşamayan ve cemaati tam olarak bilemeyen isimlerden ilk kim terkedecek diye düşünürdüm.
Hüseyin Gülerce, Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak, Mümtazer Türköne, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren vs.. gibi birçok isim aklımdan geçerdi…
Çünkü bu isimler cemaatle uzak – yakın alakası olmayan kişilerdi ve zulme karşı direnmek istemeyebilirlerdi. Ve bu anlayışlada karşılanabilirdi. Herkesten vefa beklemek doğru ve fıtri değildir..
Bunların içerisinde ilk kim olur diye sorulunca da Ali Bulaç diye düşünürdüm.
Neden dediklerinde; ‘Üstad Bediüzzaman’dan sonra Türkiye’de zalime ve paraya direnebilen İslamcı-Muhafazakar sayısı iki-üç entelektüeli geçmez ve çoğu satar’ diye anlatırdım.
Geçmişe doğru baktığımızda da gerçek anlamda herşeyi ile ön planda olup da dik durabilen İslamcı-muhafazakar, düşünür sayısı yok gibidir. Çoğu ya zalime biat etmiştir, ya da paraya evet demişlerdir.
Bu mana da genelde Üstad N.Fazıl örneği verilir. Lakin, ben Üstad Kısakürek’i İslamcı olarak görmem. O sonradan İslami hayatı tercih edenlerdendir. Ve sonradan İslami hayat tarzını tercih eden isimlerden çok satana denk gelmezseniz. İki – üç ismi geçer, geçmez. Problem genelde doğuştan gelen İslamcı geçinen yobaz zihniyette.
Bunun nedeni; Türkiye’deki İslamcılar da genel olarak dini hayat taklidi ve kültüreldir. Tahkiki müslümanlık hayatlarında yoktur. Çoğu aile de bunun binlerce örneği vardır.
Misal, evine gıybet, yalan, faiz bulaşmayan aile yok denecek kadar azdır.
Oysa hüküm açıktır ve çok önemlidir. Dikkat;
‘Faiz yiyenler kabirlerinden ancak şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar…Hâlbuki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır… Kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennemliktir, orada temelli kalacaklardır. Allah faizi mahveder, sadakaları bereketlendirir. Allah nankör ve günahkâr olan hiç kimseyi sevmez.”(Bakara – 275 / 278)
Evet; ayet, ebedi cehennemden bahsediyor.
Bu ülkenin başındaki zat, Müslümanım diyor, faiz ile gemi aldığını itiraf ediyor, ülkenin eski Başbakanı ‘Hamdolsun en çok kredi bizim zamanımızda çekildi’ diye şükrediyor ve bu ülkenin 24 milyon insanı da, ayetin ”cehennemde ebedi kalacaklardır” dediği kişilere oy verip, peşlerinden gidiyor. 24 milyon oy, aileleri ile birlikte 40-45 milyona yakın bir nüfus eder..Geriye kalanlarında onlardan farkı nedir? derseniz… Geçiyorum…
Yani taklidi iman, tahkike geçmeyince dava da sabit kalınması çok zordur.
Zira, fıtratı bozan en önemli metafizik hal, haram gıdadır. İnsanı ilk yok eden cehennem nüvesidir… Ve o insana siz ne anlatırsanız anlatın, fıtrat bozuk olduğu için her ince nokta ve nükteyi ya anlamayacaktır, ya da yanlış anlayacaktır…
-Bu kısmı kitapta uzun uzadıya anlattığım için şimdilik izninizle Ali Bulaç meselesine dönmek istiyorum-
O kadar skandal savunma varken neden Ali Bulaç’ı yazdığım meselesine gelince; İlk nedeni İslamcı olması, ikinci nedeni ise onun çok iyi bir okuyucusu olmamdan kaynaklı…
Çoğu kitabını, makalesini okuyan biri olmakla birlikte, şuanda da masam da son çıkardığı ‘Kuran Dersleri’ kitabı mevcut ve ilk cildini okuyordum dün’e kadar. Ve kendisiyle ilk görüşmem ise ‘Din-Kent, Cemaat’ kitabından sonra bir seminerde olmuştur.
9 yıl önce o kitapta ‘cemaatler entelektüel yetiştiremez’ diye bir bahis vardı. Onu sormak için gitmiş ve konuşmuştum…
Bu açıdan çok iyi olmasa bile, belli ölçüde Ali Bulaç’ı tanıyan biri olarak birkaç kelam etmek istedim.
Ahmet Taşgetiren ve Ali Bulaç’ın 17-25 Aralık’tan sonra ne zaman diğer tarafa geçeceğini beklediğim zaman zarfında, her geçen an Bulaç beni şaşırtıyor ve acaba mı? diyordum.
Acaba gerçekten böyle dik durabilecek birileri çıkacak mı? diye ümitleniyordum. Derdim ne bir grubun, ne cemaatin vs..korunması ne de başka farklı bir çıkar…
İstiyordum ki; İslamcılığın önünde gözüken düşünür, entelektüel, yazarlardan iki kişi dahi olsa örnek olabilecek birileri olsun.
Evlatlarımıza; ‘Bakın bunlar zor zamanlarda korkmayan, geriye adım atmayan, Kuran-ı ve sünneti terk etmeyen Müslüman düşünürler, alın bunları okuyun..’ diyebilmek istiyordum.
Günler geçiyor, aylar geçiyor Diyanet yoldan çıkıyor, müctehid makamında gördüğümüz Karaman sapıtıyor, ilahiyatçılar dini terk ediyor ama Bulaç, Kuran ve sünnet çizgisinden ayrılmıyor, dik duruyordu…Yanıldığıma ise çok çok seviniyordum.
Bir de kulağımıza, ‘Ali Bulaç’a para teklif ettiler ama o satmadı, kaldı’ diye sözler geliyordu. (Kendisi de bunu bir röportajında ifade etmişti.) Daha fazla mutlu oluyordum… Ve hapisteyken bu duruşlarından dolayı dua ediyordum.
Meğer mevzu çok farklıymış..
Ne hazin ki, Bulaç savunmasında aynen şöyle söyledi;
”2013 yılı bahar aylarında Star Gazetesinden yazma teklifi geldi. İlk defa burada açıklıyorum. Benden görüşme talebinde bulunan Star’ın yetkili yöneticilerinden Tevhid Karakaya Bey yazma teklifini Tayyip Bey’den getirdiğini söyledi. Fatih Saray Muhallebicisi teras katında olan görüşmede iki defa;
‘’Bu teklif Tayyip Bey’den mi geliyor’’ diye sordum. Tevhid Bey “Evet” deyince, ben de ‘’bunu görev kabul ederim’’ dedim.
Tevhid Bey, ücret konusunun bana bırakılması talimatını aldığını söyledi. Gazetede ne kadar ücret aldığını bildiğim bir köşe yazarının aldığı ücreti baz alarak bir rakam üzerinde anlaştık.
Rakam, Zaman’dan aldığımın tamı tamına 3 katıydı. Gazete yanında Kanal 24 TV’nin de haftalık bir programına katılacaktım. Tevhid Bey ‘’bir hafta-10 gün bekleyelim, Zaman’cıları alıştıralım. Bizden yazar kapıyorlar zehabına kapılmasınlar, ayıp olur’’ deyince, ben de muvafık buldum. Aradan 1 hafta-10 gün, 1 ay geçti. Tevhid Bey aramadı. Ben arayınca, bana “Ali Ağabey, sen Tayyip Bey’e ulaşırsan iyi olur” deyince, muhtemelen Tayyip Bey’in bundan vazgeçtiğini düşündüm. Aramak artık şık olmazdı…”
Evet, meğer 2013 yılında Zaman’dan 3 katı maaş için gitmek istemişte haberimiz yokmuş… Bu cümlelerden sonra o noktada söyleyecek fazla bırakmadı sayın Bulaç…
Mevzunun bir diğer noktası ise; ‘İçerideki şartları bilmiyorsunuz, kınamayın, büyük konuşmayın, eleştirmeyin vs..’ diye bize yapılan eleştiriler…
Haşa ve kella…
Hayatımdaki prensiplerimden biridir. Asla ve kat’a kimseyi kınamamak için ciddi mücadele veririm.
‘Kınadığınız şey başınıza gelmeden ölmezsiniz’ hakikatine birçok kez şahitlik ettiğim için, o konuda ciddi bir gayret gösteririm. Hatta çoğu kez acele ile attığım bir tweette sonradan kınama sezersem pişman olur, hemen silerim…Bu şekilde sildiğim bir çok makale, paragraf, cümle ve kelime vardır. Rabbim devamını nasip etsin. İsteyenlere de ettirsin.
Ali Bulaç’ı da zerre kadar dahi olsa kınamıyorum. Burada anlatmak istediğim şey sıfatlardır.. Yani bir duruş ve hakikatin temsil meselesi ve ilmin izzeti ve ahiret…Bu ister Ali Bulaç, ister Ali Ünal, ister başka biri olsun. Mesele bir şahıs meselesi değil.
Ayrıca Bulaç, savunmasında FETÖ diyor, yani terörist kelimesini kullanıyor…
Hak – batıl davasında, hırsızlık ve zulm karşısında direnmeye çalışan biri olarak, o sözü bana da söylemiş oluyor sayın Bulaç.
Ve ben Elhamdulillah Müslümanım.
Şeriatte beyan esastır. Ve hayatımda elime silah aldığım yok. Bir kişiye fiske vurduğum yok. Tarla da çalışırken dahi karıncayı ezmemek için tırpanla biçilecek karınca yuvalarının etrafını elimle yolar, tırpan dahi vurmazdım.
Ne Kuran’da, ne sünnette, ne icma da, ne kıyasta ne de herhangi bir modern, seküler, gavur vs. hukukunda silah veya adam öldürme yoksa, o kişiye sen terörist diyemezsin.
‘Müslüman terörist olamaz‘ kaidesince, mümin bir kişiye terörist demek o kişiyi dinden çıkma tehlikesi ile baş başa bırakır ki, Bulaç, FETÖ kelimesiyle 100 binlerce insana yafta vuran zalimden farklı bir cürüm işlememiş oldu…
O sözün onu tehlikeye atması karşısında; Direnip hak üzere ölmesi mi evladır? Yüzbinlerce insanın hakkına girerek vebal alması mı daha evladır? Heyhat.. (Tecavüze uğramasına rağmen, ALLAH davasını satmayan, iftira etmeyenlere binler selam…)
Mevzunun bir diğer yönü ise şu hakikatte gizlidir;
‘Aç bir canavara karşı muhabbet göstermek, onun merhametini değil iştahını açar. Hem de seni parçalarken kullandığı dişin ve tırnağın kirasını, yani yıpranmak ve yorulmaktan dolayı da ücretini ayrıca ister. Yani canavar ne kadar yese de doymak bilmez. Bu sebeple canavara karşı muhabbet değil, kötek göstermek gerekir.’
Evet, Bulaç’ın dünkü savunmasındaki en hazin yer ise bence bu hakikatle ilgilidir. Ne Ahmet Altan ne de Ali Bulaç ne de diğer gazeteciler işkenceye uğramadı. Ve şuan hapiste yaşayan 18 bin kadın gibi zor durumda da bırakılmadılar. Ve diğer masumlara yapılan adice ve alçakça işkenceleride yaşamadılar.
Ama biri, FETÖ uydurma hikayesinin içine dahi girmeden evrensel bir hukuk savunması yaptı. Diğeri ise detaylara girip ‘Bu teklif Tayyip bey’den ise bunu görev kabul ederim’ diyerek merhamet dilendi.
Peki sonuç?
Sonuç ne mi oldu?
Birkaç örnek vereyim. Buyrun;
‘Mahkeme: Tutuklanmanın devamına…
Yeni Şafak: FETÖ’cü Ali Bulaç’tan mahkemede pişmanlık masalları!
Cem Küçük: Siz böyle adi insanlarsınız. Adam olmadığınız için kalkıp dik bile duramadınız. Bak ben Ahmet Altan’ı tebrik ediyorum. En azından dik duruyor..
Fuat Uğur: Hepsi nedamet ve pişmanlık getirmiş..
Ve zalimlerden diğer pasajlar: Yenildiğin zaman ağlamayacaksın, yok 60 yaşındayım, yok 73 yaşındayım.. Cezaevinde gebereceksin, mert olun ya, Ali Bulaç şerefsiz… Acımak yok bunlara, kim çıkaracakmış bunları..Ali Bulaç gazeteci değil teröristtir…vs.”
Evet…Bu cümleleri bile paylaşırken haya ediyor insan. Ve ne yazık ki bazen ölümün, yaşamaktan daha güzel bir son olduğunu gösteriyor.
Benim gibi sıradan ve basit günahkar bir insana zaafiyet düşerdi, öyle bir savunmada çok görülmezdi.. Göz önünde olan biri değilim, Bulaç gibi 30’a yakın kitabı olan ve İslamcı geçinen biri de değilim. Benim zaafiyetim, ne seküler düşüncedeki insana ne de herhangi bir kul’a olumsuz tesir etmezdi.. Ama önde olan İslamcı ilim adamları için öyle mi?
Şu mesaj daha yeni düştü. Aynen şöyle diyor;
‘Ben su an Ahmet Altan’in kitabini aldim. Merak ettigimden beni etkilediginden. Bicare olan biziz. Bi daha almam Ali Bulac’i.’
Benzer çok mesaj var. ‘Seküler bir adamın duruşu’, ‘İslamcılar, ateistlerin duruşu karşısında kaybetti’ vs.. türündeki cümlelerin sayısı arttı.
Davası batılda olsa, onda zerre kadar taviz vermeyen davalar yücelirken, önde olup da hak dava da zaafiyet gösteren insanların davası onlar karşısında mağlubiyete sebep olabiliyor.
Ebu’t-T. el-Mütenebbî der ki; “Zelîl olan kimseye zillet kolay gelir’
Evet; Zannediyorum AB’de yapılan bir araştırmanın doğruluğuna bu türlü haller zemin hazırlayacak. O araştırma da deniyordu ki; 50 yıl sonra en büyük topluluk ‘ateistler’ olacak. Dünya nüfusunun yarısından fazlasının ateist bir fikir içerisinde olacaklarından bahsediyordu…
Mevzu uzun. Örnek çok. Zamanınızı daha fazla almak istemiyorum.
Meselenin özü itibariyle Ali Bulaç gibilerinin savunmaları sadece; İçeride neler yaptılar bilmiyoruz, belki tehdit ettiler, zulme ettiler vs.. gibi basit cümlelerle açıklanacak bir şey değil. O senin, benim gibi sıradan ve basit bir konumda olan biri olsaydı o sözler geçerli olurdu.. Keşke sıradan biri olsaydı da, diğer iftira edip çıkanlar gibi hiç üzerinde” durmadan okumadan geçip, gitseydik.. Ancak, ilmin ve İslamın izzetine dokunan bir savunma o kişiye zillet olarak dönme tehlikesi yaşatır.
Burada şu eklemeyide yapmak isterim; Başta batıldan yana olursan zilletin bu dünya da belki çok fazla olmaz.
Ancak, bir süre hakikatin yanında olup, son noktaya yakın içinden çıkmak istersen, ilk zillete düşecek olan korkaktan çok daha büyük bir çukura düşme tehlikesi vardır.
Yani ya başta terk edilmeli, ya da girdikten sonra terk edipte hak divanından ayrılıp daha büyük bir cendereye insan kendini atmamalı… Tarihte benzer örnekleri mevcuttur..
Ne yazık ki karşısınızdaki güruh öyle bir karaktere sahip ki; İtirafçı adı altında iftira eden kişiye ‘bunlar yeterli değil, aldatıyor’ diyor,konuşmayan kişiye, ‘bunlar hain konuşmuyor’ diyor, pişman olan kişiye de ‘bize hikaye’ anlatma diyor.
Yani siz zalime nedamette getirseniz, secde de etseniz sizin yüzüne tükürüp, basıp gidecek ve asla affetmeyecektir. Zira artık ‘zaferi kazandım’ konumunda hissediyor kendini. O konumda olan kişi, altındakilerin özür dilemesine, af dilemesine değer vermez.. Keşke verseydi de Bulaç serbest kalsaydı. Onun o savunmasında sonra serbest kalmasını çok isterdim. Zira, o cümlelerden sonra tekrar hapiste kalmak öyle bir hal ki…Allah düşmanımızdan bile uzak etsin…
Bu açıdan bir çağrımda hakikati temsil noktasında önde olan ve olmak isteyenlere…
Bu hapis ve zindanlar hiçbir zaman bitmeyecek.
Türkiye’deki bu süreç belki birkaç ay sonra sona erecek. Altın çağ yaklaşacak. Ancak, bu davanın 30-40 yıl içinde ve sonrasında da Üstad’ın işaret ettiği gibi yine hapisler, sürgünler olacak.
Önde olmak, görünmek isteyen kim varsa ya bu işin hakkını versin, ya da bizim gibi bir köşeye çekilip sıradan ve basit bir hayat sürsün. Aksi halde peşlerinden giden insanları inkisara uğratmasınlar.. Ve ne olur İslam’ın namusuna ihanet etmesinler.
blog@rapolat.com