İlim peşinde koşuyorsan fakirliği ve yalnızlığı göze alacaksın!

2.jpeg

Telefondaki sesin sahibi uzak diyarlarda zorunlu sürgündeki yiğitlerden birinin sesiydi.

Nasılsın? dedim.

Ne zamandır içimde olan bir ızdırabı sanki duyarcasına, iyim bile diyemeden ve içi yanarak ‘nasıl olalım hocam, rızık peşinde koşmaktan hiç okuyamıyoruz’ sözünü içsel bir ızdırapla döküverdi. 

O arkadaş ki, piyasaya çıkan birçok kitabın hazırlayıcısı olmuştu. Günlerce kitap okur, bir nevi inziva hayatı yaşardı. 

İlimle, kitapla meşgul olan o sese karşılık;

“Hocam; ilimle, bilimle, irfan vs.. ile meşgulsen; Fakirliğe, yokluğa, yalnızlığa razı olmaktan başka çare yok

deyivermiştim.

O esnada kitapta da bahsettiğim bir hadisi hatırlattı.

Nebi (sav) şöyle buyuruyordu;

”Ben ilmi açlığın içerisine koydum, insanlar onu toklukta arıyorlar…”

Hz.Muhammed(sav)

Evet, açlık öyle bir mucizedir ki, kalpteki her karanlığı ışığa çevirir, kapanmış ve ölmüş hücreyi aktif eder ve zikre getirir, beyindeki tıkalı kanallara girizgah olur ve terakkiye de aracılık eder, bilinmeyen ilmi sırlara onunla vakıf olunur.. (Tecrübe ile sabittir)

Değerli ilim sahibi kardeşim ‘haklısın hocam, ilmi açlıkta gizledim’ diyor Efendimiz sav deyince de, mevzunun bir diğer noktasına varlığın akışına  dair bir seyr-i enfüsi yaptırdı. 

Nitekim, ilim sahiplerininde hayatlarına baktığımız zaman ne İbn-i Arabi’de, ne Üstad Bediüzzaman’da ne de diğer bir çok alimde zenginlik göremiyor, ilim ve fakirliğin içiçe olduğuna şahitlik ediyoruz.

Geçmiş dönemin kutbul aktab, veli ve alimlerine baktığımız zamanda sayılı birkaç isim dışında zengin olarak bir hayat yaşayan çok nadirattan ilim adamı var. Nitekim fakir coğrafyadan çıkan birkaç kişi dışında herhangi bir düşünür göremiyoruz.

Evet, hadis-i şerifin bir başka noktasından da anlıyoruz ki; Mesele sadece gıdasal yönden nefsin terbiyesi için aç kalmak değil; Aynı zamanda rutin olarak ilim tahsil etmek için de vaktin büyük bir kısmını ilime ayırmak gerekiyor. 

Şuan da hapiste kuyuya atılan onlarca kitabı olan Üstad bir kalem sahibi, yazarlığımın ilk döneminde şu cümleleri kullanmıştı;

Gençlik dönemimizde günde 16 saat kitap okur, bir kitabı 2 günde bitirir ve özetinide çıkarmış olurduk”

Bu sözü her daim bir yöntem olarak kullanmıştım.

Günde 16 saat olmasa da 6 saatin altına düşmemeye çalışıyor, vakit ayırıyor, araştırma yapıyor, kitap-makale bütünlüğü içerisinde özet çıkarıyor ve geriye kalan kısımda da irşad için say ve gayret göstermek için çırpınıyorduk.

Benden çok daha fazla gayret gösteren kardeşimleride hayran hayran izlerdim. 10 saat okuyan arkadaşlara şahit olduğumda onlara her daim dua etmenin bir görev olması gerekliliğinin de şuurundaydım. 

‘Alimin mürekkebi, şehidin kanından üstündür’ hakikatince ilimle meşgul olanlar olmazsa, şehit olma şuuru kazandıracak, dini veya içtimai hayata dair meseleleri anlatacak kimse olmayacak ve bir milletin ve devletin yok oluşunun işareti olmasına da zemin hazırlayacaktır.  Unutmamak lazım ki, İŞİD ilmi de kendini şehit olarak görüyor. Yezid ve ona tapan alimlerin ilmi de ilim olarak görülüyor ve şerde dahi olsa arkada saf tutmasına aracılık ediyor.

Şuan TR’deki iman problemi ne yazık ki buna bir örnektir. Ne şeriatı, ne Kuran’ı ne de sünneti biliyorlar. 27 yıllık bir imam’a ‘hiç Kuran tefsiri okudun mu’ diye sorulunca, hayır demiş ve boynunu bükmüştü ama utanmadan da imamlığa devam etti ve hala ediyor…

Evet, fakirlik ve yoksulluğun ilim adamının zorunlu bir tercih olması değişmeyen bir hakikat olduğu gibi; Aynı zamanda da zenginlik olmadan ilim adamının yetişmesi ve yetiştirilmeside mümkün değildir. 

Çünkü, hayatın idamesi, ailenin bakımı, eğitimi ve ihtiyaçları, kitapların alımı, araştırma süreçleri vs..için ciddi bir masraf ihtiyacı doğuyor. Peki bunu geçmişin ilim adamları nasıl çözüyordu. 

Bunun en güzel örneği Efendimiz sav dönemindeki Ashab-ı Suffa’nın sahabeleridir.

Hadislerin çoğunluğunun ulaşmasına vesile olan Ebu Hureyre o ilim yuvasının alimlerinden biriydi ve çok fakirdi. Ve çoğu zaman açlık çeker ve bayıldığı olurdu. Nitekim onun ilim sürecinde de birçok zengin sahabe ona sahip çıkmış, el uzatmıştı. 

Benzer örneğini Osmanlı’daki medrese sisteminde de görüyoruz. Oradaki fakir olan ve ilim tahsil eden talebelere de yine Osmanlının zengin eşrafı destek çıkardı. Ve bu destek sadece talebe döneminde değil, sonraki dönemde de sürerdi. Zira kainattaki ilmin sonsuzluğu son nefese kadar değil, ondan sonra da sürecekti…

Şunu da eklemekte fayda var. Mesele sadece fakirlik değil. Zenginde olsa, kişi ilim tahsil ediyorsa ona destek çıkılması söz konusu idi. 

İslam’daki bir kaideyi hatırlatmakta fayda var;

“İlmin ve ilim talebesinin millete kazandıracaklarına binâen toplum talebeye bakmakla mükelleftir. Hatta bazılarına göre; talebe-yi ulûm atlaslar giyse, kapısının eşiği altından olsa yine ona zekat ve sadaka düşer.”

(ed-Durrul Muhtar)

 

Dini ilimleri öğretmek veya öğrenmekte olan ve bu sebepten ötürü çalışmaya imkan bulamayan ilim talebesinin, zengin dahi olsa zekat alması caizdir.”

(Reddul Muhtar)

Peki bunun nedeni nedir? Size basit bir örnek vermek istiyorum.

Ehli sünnet alimleri der ki; ‘Sıradan bir müminin dinini öğrenmesi için en az 3 tefsir okuması iktiza eder.’

Biz şimdilik sadece bir tefsiri örnek alalım. Misal Elmalılı tefsiri..

Bu tefsir 5500 sahife. Bir kişinin bu tefsiri okumaya başladığını düşünelim.

Hızlı okuma yöntemi ile okuyan kişi, bir sayfayı genelde bir dakikanın altında okur. Normal okuyan 3 dakika ve üzerinde okur.. Biz ortalama iki dakika olarak ele alalım. 

5500 sahife kitap 11 bin dakikada biter. Yani yaklaşık 183 saat. Günde 2 saat sadece tefsir okuyan bir kişi ancak 91 günde bir tefsiri bitirebilir.

Kişi aynı zamanda bütünlüğü tamamlamak için; Hadis, fıkıh, kelam, ekonomi, günümüz ilmi, metafizik, sağlık vs.. gibi, sadece avam olarak hayatını götürebilmesi için dahi bu ilimlerle ilgili 2-3 kitap okuyacak olsa ve günde 2 saat vakit ayırsa (ben hepsini topladığımda) ortalama 4 yıl gerekiyor ki, kişi bu ilimlere vakıf olup iyi bir anne, baba, aile reisi, evlat, işte başarı, varlığı okuma vs.. gibi bir çok alanda hayatını devam ettirebilsin.

Seminer verdiğim bir il de, talebelerimden biri fıkıh dersinde bahsettiğim ‘bir erkek nikahına iki kız kardeşi alamaz’ dediğimde, ‘Hocam, benim babamın iki şi var, iki eş birbir ile kızkardeş, diğer annem teyzem aynı zaman da” deyince, başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.

‘Fıkıhta bu anlatılmış, bilmiyor muydunuz’, ‘hayır hocam fıkıhın ne olduğunu bile şimdi görüyorum’ demişti.

Bu sadece basit bir örnek ve yüzlercesi var. 

Evet, ilim yoksa sokağı temiz tutmak mümkün değildir. Biz istediğimiz kadar evimizi temiz tutsakta, sokak pis ise, gün gelecek evimize o leke bulaşacaktır. 

Eğer, ilim adamı yetiştirip, sokaktaki ilimden yoksun ruh ve bedenlere hakikat anlatılmazsa, günü geldiğinde o ruhlar kirle doluyor ve geliyor ailelerimize ve millete musallat oluyorlar.

Türkiye’de şuan da yaşanan linç girişimlerinin en büyük nedeni, imanı zayıf veya cahil kalmış ruhlardan kaynaklanıyor.

Sadece şahsıma yönelik iftiradan onlarca iftiracı kişiye sorduğum; İslama göre hukuk ve delil meselesine şuana kadar bir kişi bile ilmi bir cevap getiremedi. Ne yazık ki cehalet ve iftiradan çoğunlukla cehennemlik ameli ile içiçe geçmiş durumdalar.

Kendi akraba ve çevremizde ise, namaz kılmayan akrabalar, eşler, dostlar, duasız karındaşlar, ilim yoksunu kendini ilim adamı zanneden yobazlar…

Evet; Herkes rızık derse, ilim boş kalacak… Herkes ilim dediğinde de rızık eksik olacak. İkisi bir bütün ve birbirini tamamlaması iktiza eder.

Nitekim şuan batıdaki bazı ülkeler bunu kısmi ölçüde başarmış ve ilim yolunda ciddi yatırımlar yapmaya devam ediyor ve kişilerin ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. Bazı yabacıların şahsi olarak dahi bu sorumluluğun altına girdiğine dair örneklerde mevcut.

Evet; Normal bir insanın hadis, fıkıh, kelam tefsir, sosyoloji, antropoloji, felsefe, iktisat vb. birçok alanda az dahi olsa belli bir birikime sahip olması gerektiği yerde ilimle meşgul olan kişinin günde 9-10 saat okuma ve araştırmaya zaman ayırması gerekiyor. (Ki, bunun yanında ibadet içinde zamana ihtiyaç var..)  

Ve günde 10 saat ilime zaman ayıran bir kişinin rızık peşinde koşmasıda mümkün olmuyor. Bu kişilerinde geriye üç seçeneği kalıyor. 

1-Ya ilimden vazgeçip, o da rızkının peşinde koşarak o alanı boş bırakacak..Ki, o alanı yobazlar ve sekülerlerinde doldurma ihtimalide çok yüksek..Zira o tiplere ciddi olanaklar sağlanıyor.

2-Veya devlet, Asr-ı Saadette veya Osmanlıda olduğu gibi ilim talebelerine sahip çıkıp 20-30 yıl belki daha fazla iaşelerini sağlayacak.

3-Ya da, ilimle uğraşan kişi bol bol dua edip ‘Allahım bana öyle hayr sahipleri nasip etki, benim ömrüm boyunca yapacağım ilim tahsilimde iaşe ve geçimimi sağlayacak bir imkana vesile olsun ve benimle birlikte onlarda sağnak sağnak nimetlensin’ diye dua edecek ve bir hayr sahibinin gelmesini bekleyecek.(Tarihte örnekleri var)

Evet, belki çok zor bir ihtimalden bahsediyoruz. Ancak, Allah diledikten sonra tahta eşikleri bile altına çevirir ve o ilim peşinde koşup, insanları hayra çevirecek olan şahsa çeşitli lütuflar yağdırır, güzel insanları da o insana yardımcı olarak gönderir.

Rabbim o ızdırap ateş ile yanan ilim sahiplerine tez zamanda onları ferahlatacak fedakar ve minnetsiz ruhlar, saklı Ebubekirler, zengin yiğitler göndersin.. Göndersinde, okunma sırasını bekleyen kitaplar raflarda, masa da yetim kalmasın, yazılması gereken kitaplarda boynu bükük olarak zalimlere bırakılmasın…

blog@rapolat.com

Önceki
Önceki

‘‘Üstad, Bu Ne Hal?’’

Sonraki
Sonraki

15 Temmuz kahramanlık hikayesi bir yılda çöktü!