‘‘Cehennem Zakkumu Gibi Başınıza Bela Olacak…’’

Unsplash

Hazretin ‘Çocuk Terbiyesi’ ile ilgili söyledikleri bazı uyarıları derlemeye çalıştım. İçeriklerin bir kısmı kitapta yoktu. Sadece sohbetlerde yer alan bir iki pasajıda ekledim. Tefekkür ve harekete geçme adına umarım bir katkı sağlar:

‘’..Çocuk sahibi olan her anne ve baba, günlük hayatlarının bir bölümünü çocuklarının talim ve terbiyesine ayırma mecburiyetindedirler.

Aile, talim ve terbiyede en birinci ocak, en birinci mektep, en birinci okuldur. Anne ve baba talim ve terbiye için ayırdıkları zamanı, evrâd u ezkârlarına ve diğer şahsî vazifelerine mutlaka tercih etmelidirler. Çocukların yetiştirilmesinde, Allah’ın öğretilmesi, onların yaşlarına ve kültür seviyelerine göre Allah’a iman fikrinin kalblerine yerleştirilmesi, anne-babanın maddî-mânevî füyuzat hislerinin önünde geldiği gibi pek çok şahsî vazifenin de önünde gelir.

Bu itibarla siz, eviniz de âsitâği ya da âsiye-tâğiye çocuklarınızı ihmal ederek Kâbe-yi Muazzama’yı ziyarete gitseniz, vazife size arkadan seslenecek ve “Buradaki ciddî ve ehem vazifeyi bırakmış nereye gidiyorsunuz?” diyecektir.

Ayrıca babası çocuğa dinini diyanetini, okuyup yazmasını, Kur’ân okumasını, hatta biniciliği, yüzmeyi ve devrine göre atıcılığı da öğretmelidir. Beyindeki güç ve kuvveti sadece

pazulara hasreden sporları değil, hayat ve sıhhat için faydalı ve yarınlarına mukaddime nevinden her biri kendi sahasında önem arz eden bütün sporları öğretecektir.

Anne-babanın vazifelerinden biri de kendi rızıklarına dikkat etmeleri gerektiği gibi çocuklarına da helâl bir rızık yedirmeleridir. Bir Müslümanın aile efradına haram ya da şüpheli şey yedirmesi söz konusu ise, o kimsenin evlenmesinin haram ya da mekruh olduğunu hatırlatmıştık.

Evet, bir kimsenin başkasına haram yedirmeye hakkı yoktur. Bu itibarla, bakım ve görümüyle sorumlu bulunduğumuz çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine hoş ve temiz nesnelerden yedirme mecburiyetindeyiz.

Devrin icab ve icadı diye faiz ve iktirazla vesaireyle muamele yapmayacaksınız. Vade farkı munzam, vade uzadıkça fark da uzayan, dekont usulüyle alışveriş yapmayacak, evlad-ü isalinize haram yedirmeyeceksiniz.

“Umum-i belva” diyerek haram veya şüpheli şeyler yediremeyiz. Zaman değişse, asır başkalaşsa herkes gayr-i meşru yollarda bulunsa da biz yediremeyiz. Aslında, yanlış yollarla elde ettiğimiz kazanç da, o kazançla beslenen çocuklarımız da, cehennem zakkumu gibi bir gün mutlaka bizim başımızı ağrıtır, belki de kan kusturur.

Katiyen bileceksiniz ki, bu yanlış usullerle, yanlış muamelelerle meydana gelen semerât, zakkum, cehennem zakkumu gibi başınıza bela, milletin başına bela ve Allah karşısında sizi mahcup edecek, yerin dibine batıracak semereler olacak.

Bir insanın en mühim, en ciddî meselesi, aile efradını ya evc-i kemalât-ı insaniyeye yükseltmek olacak ya da esfel-i safiline batıracak.

Bazen çocuğumuza hediyeler alır ve onu sevindirmeye çalışırız. Hatta hacca gidip Kâbe veya Resûlullah’ın huzurunda bulunduğumuz zamanlarda dahi onları hep gönlümüzde duyarız. Mukaddes işler, en önemli hizmetler bile onları unutturamaz. Aslında çocuklarımızı en iyi hatırlama şekli, onlara âdâb-ı İslâmiye ve âdâb-ı Muhammedî’yi (sallallâhu aleyhi ve sellem) vermek olmalıdır.

Ahirette onların, ebedî sevinmesine vesile olan böyle bir armağan ölçüsünde başka bir hediye olmasa gerek. Yine İmamiye menşeli bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem şöyle buyurur:

“Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onları en güzel şekilde terbiye edin.”

Evet, Resûl-i Ekrem’in yolunu ihya istikametinde bir terbiye, çocuğa sunulmuş en büyük armağandır.

Sözlerinin çocukların üzerinde nüfuzunu arzu eden bütün babalar ve anneler, söylemek istedikleri şeyleri evvelâ kendileri kemal-i hassasiyetle yaşamalı, sonra onu başkalarından istemelidirler.

İmam-ı A’zam’a atfedilen bir menkıbeyi, konumuza ışık tutması bakımından zikredip geçeceğim:

O dönemde bir çocuğa bal dokunuyordur; çocuğa onca “yeme” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam eder. Derken bir gün elinden tutup Hz. İmam’ın huzuruna getirir ve “Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor.” derler.

Hz. İmam: “Götürün, bu çocuğu 40 gün sonra bana getirin.” der. Kırk gün sonra

yeniden getirilir. İmam çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder.

Çocuk kalkarken babasının elini öper ve “Babacığım, bir daha bal yemeyeceğim.” der. Oradakiler:

“Ya İmam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, İmam onlara şöyle cevap verir: “Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendi yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatim mâkes bulmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.”

Doğru sözün yanında doğru hareket çok mühimdir. Çünkü çocuğun nazarında, davranışlarımızla sözlerimiz arasındaki tezat, onun bize olan güvenini sarsar. Hayatta, bir kez olsun yalanınızı ya da davranış ve söz çelişkinizi yakalayan çocuk, bunu zihninde taşıdığı sürece, siz onun nazarında güvenilmez biri olarak kalırsınız. İleride küçük bir hoşnutsuzluk hâsıl eden davranışınızda o husus, şuurüstüne çıkar ve siz evladınızın nazarında tiksinti duyulan biri gibi algılanırsınız.

Dolayısıyla da sözleriniz onda hiç mi hiç mâkes bulmaz. Öyleyse, davranışlarımızı öyle ayarlamalıyız ki, onlar bizi evlerinin içinde baba, anne değil de birer melek farz etmeliler. Bizde ciddiyet, bizde

vakar, bizde hassasiyet görmeli ve sonuna kadar bize güvenmelidirler. İşte duygu ve düşüncelerin böylesi bir yolla intikalini başaran anne ve babalar en başarılı muallim sayılırlar.

Allah Resulü sav buyuruyor;

“Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Hristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya Mecusileştirir.”

Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait temiz bir fıtratla doğar, doğar ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere size teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Sonra o çocuklar anne-babasına tabi olarak ya Yahudi, ya Nasranî ya da Mecusi olurlar. Tabiî burada şu hususu ilâve

etmek de mümkündür:

Kimisi de anne-babaya veya içinde bulunduğu ortama göre mürted ve dinsiz olur. Öyleyse neslin

yetişmesi hususunda, anne-babanın din ve diyaneti çok mühim olduğu gibi, terbiye mevzuunda da din ve diyanetin esas alınması o kadar önemlidir.

Şu bir gerçek ki, her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mânâ köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla da hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü, usâresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz.

Hususiyle bu asrın nesli çok talihsizdir. Bu asırda anne ve baba dünya işlerine dalarak evlatlarını çok ihmal etmişlerdir. Bu asır gibi evladın ihmal edildiği ikinci bir asır yoktur…’’ (Hz. Fetih)



Sonraki
Sonraki

100 Yaşındaki Kissinger Çin'e Neden Gider? Bize Zarar Verir mi?