İbn-i Arabi: 'İnsanların çoğu bu iki beladan dolayı helak olmaktadır''

nefsterbiyesi.jpeg

''Bil ki. 

İnsan diye isimlendirilen bu aciz ve miskin kula Allah Subhânehû iki büyük şehveti ve afeti musallat etmiştir.

İnsanların çoğu bu iki belâdan dolayı helâk olmaktadır. Onlar, mide ve tenasül şehvetleridir. 

Yalnız tenasül şehveti her ne kadar büyük günâh ve onun günâh olmasının delilleri kuvvetli de olsada, tesir bakımından mide şehvetinden küçüktür. 

Zirâ şehvet-ı fere (tenasül) için şehvet-i batnı (mideyi) teyid edecek tesir yoktur.

Eğer midenin şehveti olan bu düşman galebe ederse, tenasül uzvundaki şiddet ve sertliği azaltır. Belki de tamamen yok olmasını  sağlar.

İşte şehvet-ı batn (mide), sahibini yemekle tıka basa doldurtur. Halbuki o da biliyor ki dini ve tabii olan bütün hastalıkların ana sebebi hazımsızlıktır. 

İnsan cesedinin bozulması olan tabiî hastalıklar, hazımsızlık peyda eder.

Şöyle ki, insan çeşit çeşit yemeklerle midesini doldurur. Ondan sonra hazm edemediğinden midede pis kokular ve kötü buharlar oluşur.

Bunlarda bünye kaldırmadığından dolayı içten içe vuruşları oluşturur. İşte bu vuruşlarda insanın helâk olmasına vesile olan acılar ve ağrılarının oluşumuna sebeptir.

İmâm Şiblîye -Allah ondan razı olsun- "Oğlunun dün gece çok yemekten ötürü  midesi zehirlendi" denildiğinde.. İmâm şöyle cevap verdi;

"O ölseydi onun cenaze namazını kılmazdım."

Sanki imâm oğlunun yaptığı bu işi kendisini öldürmeye teşebbüs olduğunu telakki etmiş ve ondan ötürü onu ayıplıyor gibidir.


Şehvet-i  batında (midede) hâsıl olan bu tür hastalıklar tabiî hastalıklardır.  Bu şehvetten hâsıl olacak dini hastalıklar ise şunlardır.

Bu şehvet insanı fuzuli nazara, kelâma, yürümeye ve cimâya ve bunlardan daha başka eziyet verici hareketlere sevk eder. 

Öyle ise bu şehvet madem ki bu haldedir, her akıl sahibine karnını  yemek ve içecekle doldurmaması vacibdir.

Eğer bu akıl sahibi dine mensubiyetinden ötürü dünya ve âhırette kurtuluşunu arzuluyorsa, ona haramları terk etmek ve zan yoluyla şüpheli olan şeylerden de kaçınmak vacib olur.

Şayet haramlığından şüphe edilen şey zan ile değilde şüphesi tahkikle sabit olursa, o zaman bu tür şüpheli şeyleri kesinlikle terk etmesi ne durumda olursa olsun vacib olur. 

Zirâ insanın başına ne gelirse karın (mide) belâsından gelmektedir.

Dünyanın aldatıcı güzelliklerine olan rağbet, helâl ve  haramlara dikkât etmemek ve Allah'ın ta'yin ettiği sınırları aşmak hep o şehvetten türemektedir.

Ey Oğul!.

Allah hakkı için söylüyorum. Sen sen ol türlü türlü yemeklerden ve çeşit  çeşit elbiselerden edineceğin güzel gıdayı azalt.

Zirâ, insan bedeni yiyeceklerden nasıl ki gıda ediniyorsa elbiselerden de soğuk ve sıcaktan korunma açısından da gıda edinmektedir. O soğuk ve sıcaklık da açlık, tokluk, susuzluk ve kana kana su içmek mesabesindedir.

Kezalik cisim, yemek ve içeceklerden de ihtiyacını giderecek miktara yetinir. O yemek ve içecekler ister çok leziz şeyler olsun ister arpa  ekmeği olsun..

Nefs, her şeyin en güzel, en yüce ve en pahalısını ister.
Nefs, hiç kimsenin edinemeyeceği bunların en güzellerinin tamamını elde etmeye hususunda kusur etmez. 

Önde olmak, başbuğluk, başkalarının kendisine nazar etmelerini sağlamak ve parmaklarla gösterilmek güdüsü nefsi bunları işlemeye  sevk eder. 

Bunları yaparken de hiçbir şeye ehemmiyet vermez ve  yaptığı işlerin helâl mı, haram mı olduğuna aldırış etmez. Cismin  durumu böyle değildir. O sadece edindiği yiyecek, giyecek, binekler  ve meskenlerle korunmayı arzular. Öyle ise cismin (bedenin) tek bunları  yapmakta yalnızca korunmayı murad etmektedir.

Akl-ı şer'i  bedeni yemek, içecek, giyeceklerinde onu yediren, içirten ve giydiren  olur. Şayet nefis bedeni gözeten ve gıdalandıran olursa onu şüpheli  şeyleri yapmaya daldırır ve kesin haram olanlarda da vartaya sevk eder.  Yani “bu şey haram değildir.." düşüncesiyle işlettirir.''  (İbn-i Arabi)

Önceki
Önceki

''Allah değiştirmez''

Sonraki
Sonraki

Ashab-ı Kehf’ten birkaç mesaj: Bazen kaçmak, bazen uyku, bazen de saklanıp beklemek gerek