1980’lerde Cemaat Soruları Nasıl Çaldı?

cemaatsorular.jpeg

Yüzbaşı Burak Akbay’ın ifadesinden sonra kripto cemaatçiler muhabbeti tekrar artmaya başladı.

Bu konu konuşulurken Mete Yarar geçen akşam şöyle bir cümle kullandı: 

‘Cemaat soruları 1986’da değil, ilk olarak 1982’de çaldı..’

Karşısındaki kişi; ‘Devlet kayıtlarında 1986 olarak geçiyor’ dediğinde, Yarar,  ‘hayır 1982’de’ deyip, tıpkı diğer iddiaları gibi ortaya herhangi bir delil koymadan konuşmaya devam etti.

Peki işin aslı nedir?

Tek tek gidelim.

Devlet kayıtlarında 1986’da soruların çalınmasına dair anlatılan mevzunun aslı şu:  

Yaşar Büyükanıt, 1986 yılında Kuleli Askeri Lisesi komutanıyken askeri lise sınavlarında yaklaşık 250 öğrenci, Türkçe sorularını tam yapıyor. Yapılan inceleme sonucu soruların Cemaat tarafından çalındığı ve bu öğrencilere verildiği tespit ediliyor..”

İşin garibi, soruları kimin verdiği, nasıl verdiği, nasıl elde ettiği, hangi kişi üzerinden işler yapıldığı, böyle bir kişi varsa bunun cemaat ile nasıl bir bağlantısının olduğu vs..gibi ortada hiçbir somut delil yok. 

Kısacası, yıllar sonra ‘soruları cemaat çalmış’ fikrinde birleşmişler. Yoksa zerre kadar dahi bir delil olduğu için söylenen bir ifade değil. Delil olması da mümkün değil.

Neden?

Çünkü akla ve mantığa aykırı. Zaten ortaya çıkan her yeni delil, bilgi vs.. hem soruşturmayı yürütenleri boşa çıkarıyor hem de iftira eden kişilerin mantığına oturamayacak bir hale geliyor. Bir nevi Araf’ta olanlara Allah, artık uyanın işaretlerini gösteriyor…

1980 döneminde soruları MEB’mi hazırlıyordu yoksa TSK’mı tam bilemiyoruz. Biz her iki seçeneğide düşünerek hareket edelim.

Diyelim ki, 1982’de veya 1986’da cemaat soruları çalmış olsun.

Bunun olabilmesi için tek seçenek var. O da cemaatin sınav kuruluna adam sokması gerekiyor. Hem TSK hem de MEB’de.

Peki bunun olabilmesi için de, cemaatin 1982 yılında TSK ve MEB’de üst düzey noktalarda kadrolaşmış olması gerekiyor.

Peki bu mümkün mü?

Bakalım…

TSK’da sınav sorularını hazırlayan bir birim olsa, ihtimal Yüzbaşı ve üzeri bir akademik birikimi olan kadro olması gerekiyor. Aynı şekilde MEB’de de 40-45 yaş üzeri bir uzman eğtimci olması lazım.

TSK o dönemde sözleşmeli eleman alımı yapmıyor. Yüzbaşı olması için bir kişinin harp okulundan mezun olmaktan başka çaresi yok.

Bir öğrenci 22 yaşında harp okulundan mezun oluyor, Yüzbaşı olabilmesi için de 9 yıl’a ihtiyacı var.

Yani 30-31 yaşında cemaatin enazından bir Yüzbaşı’sının olması gerekiyor ki, o kurula adam sokabilsin.

Üstelik Yüzbaşı olmasıda yeterli değil. 

Hem cemaatin adamı olacak, hem soruları hazırlayan şehire tayin olması gerek, hem o birime atanmış olması, hem de o dönemde İslam düşmanlarının hüküm sürdüğü  bir atmosferde olayın tamamının planlı ve pürüzsüz bir şekilde ilerlemesi gerekiyor. Aynı durum MEB içinde geçerli tabi…

Yani soruların çalındığı söylendiği 1982 yılından 13 yıl önce (1969 yılında) Harp Okulularına cemaat adam sokmuş olması gerekiyor ki, 1982 yılındaki sınav kurulunda bir adamı olabilsin… Peki bu mümkün mü?

1941 doğumlu olan Fethullah Gülen 1969 yılında 27 yaşında. Sıradan bir cami imamı. Yani o tarihlerde ne cemaat, ne dershane, ne okul ne de herhangi bir kurum vs.. var. 

Şimdi soru şu; 1982 yılında cemaat soruları çaldıysa, bunu nasıl yaptı?

Bu iddiayı söyleyenlere hodri meydan, buyurun somut olarak dellileriyle ispat edin. 

Deyin ki; F.Gülen 30 yaşında bir çocuğu aldı, yetiştirdi, şu tarihte okula sızdırdı, şu şehire atanmasını sağladı, şu kişi üzerinden sınav kuruluna yerleştirdi ve o kişi şu somutsal olaylarla soruları şöyle şöyle verdi vs…

Bunlardan hiç olmazsa iki, üç tanesini delillendirin.

Dellilendirin ki, söylediğiniz sözler enazından bu saatten sonra bir değer ifade etsin. Bakın beyler, toplumun yüzde 99’unun sizin dediklerinize inanıyor olması birşey ifade etmiyor.

Zira o sözlerin ALLAH katında bir hükmü yok. O sözler varlıkta boşluğa da düşmüyor. Çünkü varlıkta boşluk yok. Düştüğü varlık alemi ise cehennem. Yani manada odun haline gelerek sizin karşınıza çıkması için format değiştiriyor.

Bu dünya’daki hükmünüzde uzun sürmez.. Çünkü yaratımda, hem zulüm ebedi bir hüküm giymemiştir, hem de yalan bir sözün ömrü metafiziksel olarak ebedi değil. Bunu zannediyorum Hakan Atilla davasında görmüş olmanız gerek. 5 yıl önce milyonlarca insan tarafından inkar edildi. Peki sonuç? Koskoca bir HİÇ…Döndü, dolaştı ve karşınıza daha büyük bir bela olarak çıktı… Çünkü bekletilen somutsal bir suç mana aleminde şeriat’ın ortaya koyduğu hüküm ile sonuçlanmazsa, bu aksi yönde bir akım meydana getirir ve büyüyerek bela ve koas olarak patlar. (Kontrollü kaos meselesini hatırlayın…Madde ve mana bütünlüğü)

Şuna emin olabilirsiniz, şuan yalan söylediğiniz ve iftira ettiğiniz herşey 4-5 yıl(…ki, Allah’ın izni ve inayetiyle o kadar sürmeyecek..) daha büyük ve daha da çetrefelli bir şekilde karşınıza çıkacak.

Eğer biraz Kuran, sünnet, icma, kıyas, tarih biliyorsanız; Delillerle konuşmayan kafirleri, gaflet sahibi avamı ve münafıkları Allah’ın er veya geç helak ettiğini görmüş olmanız gerek.. Hem de bizzat suçluların ve zalimin eliyle.

Kim derdi ki, Türkiye’de milyar dolarla, altınlarla cennet vari bir hayat yaşayan 1 numaralı bir suçlu çıkıpta tüm dünyaya işlediği suçu itiraf edecek? Kim düşünür, kim akla getirirdi? 

O tarihlerde bir söz sahibi şöyle demişti; ‘Merak etmeyin, öyle bir güne şahitlik edeceksiniz ki, bu olay tüm dünya da bizzat suçlular tarafından kendi ağızlarından itiraf edilecek ve masumlar şuan ki halinden daha da güçlenerek çıkacaklar…’  

Ve o söz sahibi 15 Temmuz’daki hain darbe tuzağından sonrada öyle bir cümle kullandı ki; O günden sonra o sözlerin gerçekleşeceğinin emmarelerini ‘her kripto, tuzak vs…’  diye iftira edip ardından operasyon çektiklerinde, hakikatin ortaya çıkacağına bir kez daha şahitlik ediyoruz.

Evet, kısacası 27 yaşında olan bir cami imamının, daha bir tane bile okulu, yurdu vs… yokken 1982 yılında soruları çalabilecek bir makama nasıl adam soktuğunu bu cümleyi kullananlar somut bir şekilde izah etsinler.

Şimdilerde ekranlarda itirafçı diye dolaştırılan ve Gülen’le 1977 tanıştığını söyleyen Nurettin Veren bakın ne diyor; 

“1980’de yüze yakın yurt oluşturuldu, herkes hayır işi olduğu için destek verdi. 1986’da ilk yapılan yurt, okula çevrildi. İhtilalden sonra okul açma izni verildi, okullaşma dönemi başladı ve yüzlerce okul oluştu. Okulların kurulmasının ardından da üniversite hazırlık kursları oluşturuldu. Daha sonra da hastaneler açıldı.”

Ortada; 1980’de okul planı yapan, 1986’da ancak sistemli bir şekilde eğitim işine başlayabilen bir cemaat var. Ve bu cemaat en erken 1986 yılında dahi askeriyeye adam göndermiş olsa, sınav kuruluna bir adam yerleştirmesi için en az 13 yıl(1999) gerekiyor, o da tüm engelleri aşabilirse tabi…

Evet beyler, herşey ortada! Buyurun ve somut delillerle açıklayın.  Yahut bizler de Mevlana gibi mi diyelim;

‘Ben bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün. Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan, yürü, işine git…’

KRİPTÖLER İFADEYE GİDERKEN…

Yüzbaşı Burak’tan sonra çıkıp teslim olan askerle ilgili çok sorular geliyor. Aslında bu ayrı bir yazı konusu. Fırsat olmayabilir diye kısaca bir, iki cümle söylemek isterim.

O kişiler nezdinde mevzunun batini yönünü bilemediğim için kınamıyorum ve olumsuz bir kelam da etmek istemem.

Ancak mevzunun zahiri yönü itibariyle de, Gülen cemaati için bu tür kişilerin çıkıp yollarını değiştirmeleri zaten beklenen bir süreçti. Ve devamı da gelebilir..Ki, bunda herhangi bir mahsur yok.  

Bu kişilerin ifadelerini okuduğumda yüzde 99’u şu cümleleri kullanıyor; 

”Ayrılmak istedim ama peşimi bırakmadılar, bir süre ilişkiyi kestim sonra tekrar tehditle geri döndürdüler, 17-25’ten sonra ilişkimi kestim, 15 Temmuz’da gerçek yüzlerini anladım vs…”

Şu cümlelere bakıldığı zaman -eğer zorla ve işkenceyle söylettirilmiş ifadeler değilse- bu kişilerle zaten HAKK yolunda yürümek hem riskli hem de çok tehlikeli. Hem vatan için hem millet için ciddi bir risk..

Bunlar günü geldiğinde İslam’a ve vatan her türlü zararı verebilirlerdi.

Zira 15-20 yıl okuduklarında birşey anlamamışlarsa, tefekkür edememişlerse; Bebekleri zindanlara atanları, kadınlara ve arkadaşlarına işkence edenleri hakikat olarak görüyorlarsa, bu kişilerin zaten Kuran ve sünnet çizgisinde devam etme imkanı yok ve olması da çok zor..

Bu tür meseleleri izleyince Pir’in daha önce yıllar evvel söylediği ve bizim de defaatle tekrar ettiğimiz sözü hatırıma geliyor; ‘Şöyle etrafınıza bir bakın, etrafınızdakilerin yüzde 80’i olmayacak…’ 

Ve Hz. Sahip’in söylediği o söz; ”Kazanma kuşağında Arefe günü kaybedenler olacak…”

Ne denebilir ki; Allah her bir hakikat erini o imtihan da muhafaza etsin ve kendini güvende hissederek değil de, heran imtihanı kaybedecek korkusu ile yaşayanlardan eylesin…

Zira işin ucunda, Peygamber (sav)’i görüp, iman edip, Habeşistan’a hicret edip, nice sıkıntılara katlanıp ardından da tekrar küfre düşenlerin yaşadığı sona düşmekte var..Allah düşmana bile bu hali yaşatsın istemem.. 

Evet, tekrar edelim;

Ya RAB! Bayram yaklaşırken Arefe günü imtihanı kaybeden kullarından eyleme! Eyleme ki, o güzel bayramını ızdırap ve zulm görmüş her ruh her zerresiyle tatsın ve  hakikate birkez daha şahitlik etsin ve tekrardan imanı birkez daha mutmain olsun, bir kez daha çağlayanlar gibi senin yolunda çatlayıncaya kadar koşmaya devam etsin…

blog@rapolat.com

Önceki
Önceki

300 Bin’lik ev de oturuyor, Kudüs’e, Masum’a Suriye’ye ağlıyor…

Sonraki
Sonraki

Fethullah Gülen neden Amerika’da? 3.dünya savaşı…