Fethullah Gülen neden Amerika’da? 3.dünya savaşı…

fethullahgulen.jpeg

Şair, ”Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak…”diyor.  Ancak biz yine de tarihe karşı sorumluluk gereği elimizden geleni yapmaya gayret edelim. 

1999’dan beri en çok muhatap olunan sorulardan biridir. 

Bu sorunun cevabının Mesihiyete, Mehdiyete, Havvas’a ve avam’a bakan yanlarının olduğunun bilinmesinde fayda var. 

Şimdilik zalim bir kavime göre anlatılmasında fayda görüyorum. Ve kısmi olarak da meselenin manevi noktasına temas etmeye çalışacağım. 

Ayrıca, ABD’den 2 kez vize reddi yemiş ve halen daha ABD vizesi olmayan biri olarak bu yazıyı kaleme aldığımında zalimler tarafından bilinmesini isterim.

Özellikle Zarrab davası ve komiserin tanıklığından sonra ‘Gülen ABD’nin adamı olduğu’ vurgusu, darbe’den sonra ABD’nin Gülen’i vermemesi vs.. gibi unsurlar Gülen’in ABD’ye hizmet ettiğine dair avamda katmerli bir algı oluşturmuş durumda.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; Gülen, 1999 yılında eğer ABD’ye değil de, dünyanın başka bir ülkesine gitmiş olsaydı İslam adına vahim bir suç ve hata işlemiş olur ve ciddi yıkımlara neden olabilirdi. Gün geçtikte bunu çok daha iyi idrak ediyor ve her yaşanan küresel olaydan sonra bir kez daha idrak ediyoruz.

Gülen, ABD’ye gidişini cebri hicret olarak yorumluyor olsa da, ben şahsi olarak Türkiye ve İslamın geleceği olarak ciddi bir strateji doğurduğunu düşünüyorum.

Burada zalim kavmin ve avamın en çok söylediği cümle şu; 

‘ABD, kafir ve zalim bir devlet, eğer Gülen gerçek bir Müslüman olsaydı ABD ve AB onun 170 ülkede yaşamasına fırsat vermezdi, demek ki onlara hizmet ediyor…vs…’

Aslında sığ bir bakışla bakıldığında doğru bir ifade. Ancak, yaratımda bir şeriat vardır, bir tarikat, bir de olayların hakikat boyutu vardır.

Evet, soralım; Fethullah Gülen, Türkiye’deki 80 milyon insan’dan 79 milyon’unun ona ABD’nin adamı, hain diyeceğini bilerek 99 yılında ABD’ye neden gitti ve neden dönmedi ve neden hala o ülkeyi tüm hakaretlere rağmen terk etmiyor?

Bunun beş-altı altı nedeni var… Ve bu 30-40 sayfalık bir cevap olacağı ve bu makaleninde yeterli olmayacağı için şimdilik sadece bir noktasına temas edeceğim.

Malum olduğu üzere;

İmamı Rabbani’ye devrin sofileri kafir diyordu,

Yine, mana aleminin pirlerinden ve metafiziksel boyutun baş mihmandarlarından olan tasavvufun zirve ismi İbn-i Arabi gibi bir zat’a, Endülüs döneminin 300-400’e yakın müctehidi kafir yaftası vurmuş ve sonrasında da öldürülmüştü.

Ve bilindiği üzere kendisinin ölmeden önce müjdelediği ‘sin, şın’a girince…’ işaretiyle de Sultan Selim Şam’a girince PİR’in mezarını bulur ve çıkarır…

Yine Üstad Bediüzzaman’da devrin alimleri ve tarikatları tarafından dışlanmış, rakip olarak görülmüş ve ciddi anlamda sahip çıkılmamış, halkın da sadece az bir kesimi tarafından destek görmüştü.

Dört halife’den sonra İslam ülkelerinde her 100 yılda bir sivrilen her alime bu kafir ve hain damgası söylenegelmiştir. Bir nevi adiyattandır ve bu kıyamete kadar da böyle olacaktır.

Bunun en büyük nedenlerinden biri zamanı ve varlığı çağ’a göre okuyup, strateji geliştirmekten kaynaklanıyor.

Gülen, eğer İslam dünyasına sızdırılmış veya ABD tarafından kullanılan biri olsaydı, ihtimal gidip ABD’ye yerleşip o hain yaftasını yemek yerine, daha ortada hiçbir şey yokken gider, ABD veya dış mihrak dedikleri lobinin sızamadığı bir İslam ülkesi varsa oraya sızar ve orada vazifesini yapardı ve bu şekilde de dikkatleri üzerine çekmemiş olurdu.

Bir insana 40 yıllık kripto -zeki bir beyin- vs… diye bir damga vurulacak ve sonra ABD’ye yerleşip kaldığı yerden devam edecek öyle mi? Heyhat…

Peki neden Türkiye’deki yüzde 99’un ona hain damgası vuralacağını göz göre göre ABD’ye gitti?

Bu noktada Bediüzzaman’ın verdiği güzel bir cevap vardır;

Üstad’a dönemin memurları şöyle bir soru sorar;

“Mustafa Kemal sana 300 lira maaş verip, Kürdistan’a ve vilayat-ı şarkıyeye, Şeyh Sünusî yerine vaiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin adamın hayatlarını kurtarmaya sebeb olurdun?” dediler.

Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer-otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüzbinler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi’ olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi…”

Evet; Bediüzzaman, milyon insanın geleceği ve ahireti için hem makamı, hem parayı, hem de ona vurulacak her türlü yaftayı ve hatta 100 bin insanın ahirete erkenden göçmesini göze alıp çok stratejik bir karar vermiş ve aradan geçen yılların sonunda da görüyor ve diyoruz ki, mekanın cennet olsun Ey Üstad’ım, iyi ki öyle bir karar veripte milyonların imana girmesine vesile oldun.

Eğer Gülen, 80 milyon insanın ona paye vermesini veya hain damgası vurmasını düşünerek hareket etseydi, ihtimal gelecekte 5-7 milyar insanın hayatına etki edebilecek bir sistemi kuramayacak, küreselleşmesini sağlayamayacak ve küfre karşı savaşacak olan İsevilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamamış olacaktı…(170 ülkede Müslüman olarak ön planda olan ve diğer dini gruplara evrensel değerleri anlatacak, kavgasız paylaşabilecek ve ortak bir savunma mekanizması oluşturabilecek şuan dünya çapında sünni ve sistemi oturmuş, 40 yıllık ilmi, kültür ve stratejik bir birikimi olan başka bir grup yok… Dua edelim olsun ve sayıları artsın. Zira bu tek bir gruba yüklenilecek bir mevzu değil…)

Evet, ‘her mümin bir halifedir’ fehvasınca, yaşayan her Müslüman (1.5 milyar insan), şimdiyi, geleceği, kendi halini ve insanlığı düşünerek plan, proje ve strateji geliştirmekle mesuldur. 

Ve bunu kim yapar ve öne çıkarsa ve fiiliyata da geçirirse bu oluşuma katkı sağlamak, çok büyük bir önem arz etmektedir… Gülen’i sevelim, sevmeyelim bunun çok bir önemi yok.

Önemli olan insanlığın problemlerine zamansal açıdan çözümler sunan bir projenin var olması ve devam etmesi… 

Şunu samimi olarak ifade etmek isterim ki, bana ve arkadaşlarıma şuan da zulm eden AKP’de şu tarih itibariyle zerre kadar böyle bir işaret görsem, yapılan bu zulmü Allah’a havale eder, insanlığın kurtulması için elimden gelen say ve gayreti gösterir, destek çıkarım.

Zira, burada mesela A şahıs, B grup vs.. değil. Mesele insanlığın kurtuluşu meselesi. Zahirde bir topluluk gibi gözükse de, batında herşey bir sır ve amel ve ahiretle sonuçlanmasından ibaret. Ve en önemlisi aynı değerler etrafında toplanıp, o yolda fedakarlık, adanmışlık ve karındaşlık içerisinde hedefe doğru yürümek. 

Nitekim, Gülen bu küresel stratejiyi şu aşamada gerçekleştirmiş durumda. Ve küresel baron ve münafık sistemlerde bundan hiç razı değiller.(Razı olmamalarına dair bir çok plan ve proje geliştiriyorlar.. Ayrı bir yazı konusu)

Behemahal Gülen hareketi, kısa veya uzun bir süre sonunda Türkiye’de yaşadığı zalimsel sürecin benzerini yaratımsal hakikat ve akış gereği küresel planda da yaşayacaktır. Ancak bu mücadelesinde; Direniş sadece Türklerle birlikte değil, aynı zaman da diğer din salikleri de kötülüklere karşı onlara destek çıkacak ve mücadele edecektir.

Önümüzdeki dönem de, Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler diye bir ayrımdan öte, iyiler ve kötüler ayrımı olacak, içsel ve dışsal savaş bu hakikat üzere yaşanacaktır. 

Nitekim ilk iyi ve kötü ayrılığı, gelecekte dünyaya belli noktalarda öncülük yapacak olan Müslümanlar ve Türkiye içerisinde başladı. Önce Türkiye’deki Müslümanlar iyi ve kötü olarak ayrılacak, ayrılıyor. Ve gerçek müminler ortaya çıkacak.

İki-üç yıl içerisinde de bu iyi-kötü ayrılığı Hıristiyanlar içerisinde iyice netleşecek. Özellikle protestanlar ve ehl-i kitap. Ve ardından diğer dinlerde de benzeri bir ayrılığa Allahın izni ve inayetiyle tanıklık edeceğiz.

Evet, 3. dünya savaşının yaklaştığı  ve milyonlarca insanın ızdırap dolu günleri yaşayacağı dönem yaklaşırken ve bu savaşın başını çekecek olan ABD içerisinde Müslüman bir fikir adamının ve lobi gücünün olması dünyanın şekillenmesi adına çok önemli bir stratejidir.

Özellikle Gülen’in fikirlerini benimseyem takipçilerinin çok geç olmadan bu şuurla hareket etmelerinde fayda var… Bu noktada özellikle yurt dışında hala daha aktif olan bir fikir, ilim, tefekkür, strateji geliştirme vs..üzerine enstitülerinin olmaması, entelektüel ve ilmi bir eğitim süreci içerisinde olabilecek bir ağın ciddi anlamda fiiliyata dökülmemesi çok ciddi bir açıktır.

Bunu Gülen değil, özellikle önde olan isimlerin şahsi sorumluluk alarak bir dakika dahi geç kalmadan üstlenmesi ve düşünmesi gerektiği fikrindeyim. Kimseye yol göstermek şahsi vazifemiz değil, ancak hakikatte böyle bir problemin olduğu açık…

Gülen’in ABD’ye yerleşmesindeki diğer bir boyutta İslam ülkeleri ve liderinin durumu.

Malum olduğu üzere havuz medyası her ay en az iki, üç kez Arap liderlere küfür eder ve ihanet içinde olduklarını ifade eden makalelerle doldurur sayfalarını.

Zannediyorum havuzun kalemşörleriyle iki-üç ortak noktamdan birisi bu. 

‘Gülen gidip bir Müslüman ülkeye sığınsaydı’ cümlesini yazan zalimlere tek tavsiyem, önce şu Arap liderlere küfretme problemini çözün.

Hem Müslüman ülke liderlerine hain, ABD oyuncağı diyorlar, hem de ‘Gülen neden 99 yılında gidip bir İslam ülkesine sığınmadı’ diye de akıl almaz bir suçlamada bulunuyorlar.

Gülen 99 yılında hangi İslam ülkesine gitseydi?

Türkiye’nin arkasından iş çeviren, sahabeye küfreden İran’a mı?

Hala daha Türklerden vize isteyen Azerbaycan’a mı?

Savaş içerisinde ve ABD kontrolünde olan Afganistan’a mı?

ABD’ye kuklalık yapan Arabistan’a veya diğer birbirine düşmüş Arap ülkelerine mi?

Yoksa para ile satın alınıp, masum kız çocuklarını ve öğretmenleri zalimlere satan Pakistan liderliğine veya diğer para zaafı olan Afrika ülkelerine mi?

Pakistan demişken geçenlerde yaşadığım bir olayı paylaşmak isterim.

AKP’ye yakın bir tarikatın önde gelen bir hocası ile yanında Türkiye’den yeni gelmiş ve iş arayan bir Uygur Türk’ü ile karşılaşmıştım.

Çin zulmüne maruz kalan Uygur Türk’ü başından geçenleri anlatırken yer yer İslam ülkelerinin liderlerine haklı bir şekilde hakaret ediyor, ‘Uygurlar’a sahip çıkmadılar, Çin için bizi sattılar’ diyor ve özellikle komşusu olan Pakistan’lı yöneticilere hain diyerek lanet okuyordu. Ve orada şöyle bir cümle daha kullanıyordu;

‘3 ay öncesine kadar ben ve ailem Erdoğan’a dua ediyorduk, 3 ay’dır dua’yı bıraktık ve lanet ediyoruz, meğer o da diğer Müslüman liderler gibiymiş…’ dedi ve yanındaki tarikat mensubunun hatırına daha fazla devam etmedi… (Hatırıma Üstad’a karşı olan alimlerin, devrin zalimine dua ederek destek vermeleri ve sonrasında çok pişman olmaları geldi..)

Evet, şimdilerler de netleştiği gibi, para veya başka menfaatlerle kendini satan İslam ülke liderlerinin hali ortadayken, havuz medyasının kalemleri Arap liderlere küfürleri saydırırken, Gülen acaba hangi İslam ülkesine giderek zamanı okuyamama gafletine düşseydi?

Ahir zamanın yaşandığı bu dönem de yapılması gereken tüm plan ve projeler Kuran, sünnet ve Nurlar’da çok net bir şekilde ifade ediliyor.

Nitekim Bediüzzaman şöyle diyor;  


‘…O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılınç hükmünde i’câz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir’ 

(Bediüzzaman)

Üstad’ın bu ifadesi sadece yerel olarak ele alınmamalı, aynı zaman da küresel olarak düşünülmesi gereken bir noktadır. Zira, dünya da zulme uğrayan mazlumlar şuan da siyasetle dünyanın hiçbir yerinde zalimleri alt etme imkanına sahip değillerdir.

Mesele, madde ve mana boyutuyla ele alınmalıdır; Bu hakikate binaen, Bediüzzaman’ın şu ifadesi de bu zamana bakan yanıylada çok önemlidir;


“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyet’in hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve ‘Müslüman İsevîleri’ ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak”

(Bediüzzaman)

Üstad’ın şu cümleleri de çok önemli bir yol göstermektedir;

”…İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek,

Yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek,

Hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak,

Hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir.

Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. 

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır. 

Evet, her vakit semâvattan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’ eden (Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek…”

Bediüzzaman’ın bu ifadeleri şuan da yaşanan süreci ve sonrasını net bir şekilde göstermektedir.

Üstad’ın şu cümlesini tekrar edelim; Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır…’

Bu müjdenin olabilmesi için  Türkiye’de yaşayarak değil, Müslüman İsevilerin ortaya çıkacağı ülkelerde, coğrafyalarda olup, orada yıllarca tohum ekip ve sonucun ortaya çıkması için elimizden gelen gayreti göstermek zorundayız. İslam 23 yıl da ancak tamamlanabildi. Şuan hiçbir mümin bir dokunuşla birisini hidayete getirme, birlik oluşturma kudretinde değil. Bu ancak zamana yayılarak yapılabilecek bir hamledir.

Siyonistlerin, Hz. Mesih’in gelmesi için izlediği kaos planındaki en büyük strateji ABD’nin ele geçirilmesi ve Hristiyanların kontrol altına alınması ve gaflete düşürülmesiydi ve bunu başardılar. Ve şimdilerde planın son safhasından önceki Süleyman Tapınağı kısmındalar.

Siyonistin hakim olduğu bu bilgilere hakim olan bir Müslüman’ın yapması gereken şey de, hamleye karşı mümince hamle.

Şeytan ile mümin savaşında geri durarak İslama ve insanlığa hizmet edilemez,

Avamın hain, vatansız vs..gibi sözlerine değer vererek Allah yolunda fasit, basit ve kısır bir döngüyle hareket ederek Kuran’i hakikat yayılmaz,

Şeriat boyutunda kalarak, hakikat boyutunun fiziki/maddi imkanlarına karşı mücadele edilmez, edilemez, edilemiyor…

Bu mevzuyu çok daha farklı, bilgi ve sırlarla detaylandırabiliriz. Ancak, yazıya başka anlamlar yüklenmemesi için şimdilik noktalayacağım.

Şu kadarını da belirtmek isterim ki;

Bir ilim erbabı 4-5 yıl evvel; Şöyle etrafınıza bakın öyle imtihanlardan geçeceksiniz ki, etrafınızda gördüğünüz hak yolcularından yüzde 80’i elenecek..” demişti.

O zat bu sözü söyleyip gittikten sonra, o sohbeti dinleyenlerde kapıdan çıktı ve gitti ve zerre kadar o sözü bir daha düşünüp ve ona göre şahsi bir plan çizmediler.

Şimdilerde de 3.dünya savaşının (İlahi bir lütuf engellemezse (İnşallah engeller)…) yaklaşmakta olduğu ifade ediliyor ama yine hiç kimse herhangi bir plan ve proje çizmiyor.

Şu asla unutulmamalı; İrade denen hakikat imtihan yaşamadan cennete ulaşamaz. Hiç bir büyük veya alim bir zat açıktan; ‘Başınıza felaketler gelecek, hapise gireceksiniz veya 3.dünya savaşı yaşanacak, ölecek, yokluk çekeceksiniz…vs ‘‘ gibi bir cümle kullanmaz. Bu imtihan sırrına aykırıdır.

Bu bir alime açıktan söyletilmez, sadece işaret vermesi sağlanır.. Zira bu insanları korkuya ve kaosa sevk etme nedeni olabilir. O tür cümleler büyükler tarafından sırlı olarak üstü örtülü ifade edilir ve anlama işi insanlara bırakılır. Yalnız şu da var ki; Bizim gibi avam’dan birinin söylemesi ise insanları çok sarsmaz ve sadece düşünmeye sevk eder…(Gayb’ı Allah bilir… Bu ayrı bir mevzu…)

Son olarak, 3. dünya savaşıyla ilgili daha önce bir yazı kaleme almıştık. İki ve üçüncüsü içinde birkaç makele daha zaman göre kısmet olursa yazmaya gayret edeceğiz.


blog@rapolat.com

Önceki
Önceki

1980’lerde Cemaat Soruları Nasıl Çaldı?

Sonraki
Sonraki

Kudüs! İsrail’in ABD’ye vurduğu büyük darbe…