300 Bin’lik ev de oturuyor, Kudüs’e, Masum’a Suriye’ye ağlıyor…

kibir.jpeg

Üçüncü dünya savaşı arefesinde bu tür yazılar birşey ifade edermi bilemiyorum ancak, hem vahim bir durum olduğunu düşündüğüm hem de karşılıklı bir fikir alış verişi olur düşüncesiyle paylaşmak istiyorum.

Üç yıl önce yurt dışına çıktığımda, Avrupa’daki Türklerden ilk duyduğum cümleler genel olarak şöyleydi;

O muhteşem vatan toprağı bırakılır mı, ne işin var buralarda?’ (Malum, darbe öncesi olduğu için henüz zulüm dönemi tam başlamamıştı.)

Ne yapacaksın bu gavur ülkesinde,

İmkanın varsa hemen dön…’ vs gibi kelimeler sürekli olarak kulaklarımda yankılanıyordu.

Ve genelde bu sözü kullananlar AKP’li, Saadet’li arkadaşlar oluyordu.

Artık iyice sıkıldığım bir gün, bir akp’li aynı kelimeyi kullanınca dayanamadım sordum;

‘Bu gavur memleketi dediğin ülkenin taşını, toprağını, ağacını, yeşilini, çemenini ve bu gavur dediğin insanları yaratan kim?’

Şöyle birkaç saniye kıpırdaman kaldı,

Düşündü,

Bekledi,

Ve; Şey…

Kısık bir ses tonu ile sanki üzülür bir ifadeyle ‘Allah’ diyebildi…

Bak kardeşim dedim, ‘Eğer Müslüman bir aile de doğmasaydın, olmasaydın bir ihtimal sende bu gavur dediğin toprakta var olmuş olacak ve gavur yaftası yiyerek dolaşacaktın. 

Üstüne üstlük Müslüman bir aile de doğmuş olmana rağmen namazın yok, günlük Kuran okumuyorsun, 5 vakit dua’n yok, evvabin kılmazsın, teheccüd’ün ne olduğunu bilmezsin, harama bakarsın, ebedi cehennem olan faiz’le kredi çekip ev, araba alırsın… Daha devam etmeyeyim, söylesene bu gavur dediğin topluluktan farklı olarak işlediğin kaç amel var?’

O arkadaş bu konuşmadan sonra bir daha da arayıp sormadı.

Bu mevzudan bahsetmemin bazı nedenleri var.

Birkaç gün önce AKP’li sivil bir toplum örgütü Kudüs programı düzenlemiş ve içlerinde bir konuşmacı şöyle diyordu;

”Kudüs iyi durumdaysa ümmet izzettedir, Kudüs kötü durumdaysa ümmet zillettedir…”

Bu cümleyi söyleyen arkadaşın bunu iyi niyetle söylediğinden zerre kadar kuşkumuz yok. 

Asıl sorun ümmetin İslam’ı semboller’den ibaret görüyor olması.

Evet; Kudüs, Mekke, Medine, Kabe, İstanbul vs.. Hepsi İslam için önemli bir sembol değerdedir.

Ancak; İnsan, cennet, cehennem, ahiret hakikatlerinin üzerinde tutulan bir sembol bir süre sonra putçuluk ve puta tapmaya götürür, götürdü. Nitekim ümmet şuan o putlar üzerinden İslam’ı anlatmaya çalışıyor.

Nitekim Filistin, Kudüs vs… için harcanan enerjinin, verilen gayretin, hatta dökülen göz yaşının geçen yıl uyuşturucudan ölen ve cehenneme gitme ihtimali yüksek olan (Vücuda zarar veren herşey haramdır) 580 kişi için zerre kadar gözyaşı döküldüğünü göremedim. 

Ya da deist ve ateist olan akraba, komşu çocuğu için oturup da, bir seçim sonucunu dert ettiği kadar dert ettiğini görmedim, duymadım. 

Şuan çocuklarımız farkında olmadan bu kuyuya düştüler ve düşmeye devam ediyorlar. Ve heran karşımıza çıkıp Allah korusun bu kelimeyi bizlere de duyurabilirler.

Size Gerçek hayat‘ta çıkan bir yazıda geçen ibretlik bazı başlıklarla birkaç örnek sunmak istiyorum;

Şöyle anlatıyorlar;

”15 Temmuz’dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü deist bile değil tanrı tanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü öyle geleneksel de değil bildiğin başörtülü. Sosyal statüleri gereği, aileleri nedeniyle hala başörtüler ama tanrıya bile inanmıyorlar.

-Çeçen Savaşı döneminde, arkadaşımın oğlu yedi yaşındaydı. Bir gün yanımıza gelip ‘Ben kafir oldum’ dedi. Neden diye sorduğumuzda, ‘Çünkü hep onlar kazanıyor, ben kazanmayı severim’ dedi.

-Yazar Hatice Naç; Yakın temasta olduğu bir genç kızın kendisini deist olarak tanımlamaya giden sürecini ise şu sözlerle anlatıyor: “Devleti tanımadığı için nüfus cüzdanı bile almayan bir ailenin çocuğu. Aile çocuklarını da bu ahlakta yetiştirmiş. İmam Hatip’e gidiyor. İkinci sınıfta okul çevresinde birileri ile tanışıyor. Yavaş yavaş bazı ifadeler kullanmaya başlıyor. Deizm zaten genelde tanışmalar, ilişkilerle başlıyor. Sonrasında çocuğa verilen birkaç kitap, biraz muhabbet ederek aslında ne kadar gereksiz bir baskı altında kaldığı, birey olarak ne kadar önemli olduğu anlatılıyor. Derken kız deizmi seçiyor. Açılıyor. Ailede kriz oldu tabi. Çok ağır geldi, bunun etkisi oldu mu bilinmez, ama baba kalpten vefat etti. Kızla konuştuğumda deist olma sebebini ‘Ben yolda şarkı söylerken seke seke yürüyebilmek istiyorum. İslam buna izin vermiyor” diye anlattı. Deist olma nedeni buydu.

-“Kızım kendi isteğiyle örtündü. Kendi isteğiyle de dinin emirlerini yerine getirmeye çalışıyordu. Ergenliğin ilk başladığı dönemlerde kızımda bir takım değişiklikler gördüm. Örtüsünü farklı bağlamak, dar pantolonlar giymek istedi. Buna itiraz ederek, başörtüsüne uygun kıyafetler giymesi konusunda zaman zaman bir takım uyarılarda bulundum. Giderek okuduğu ve izlediği şeyler farklılaştı. Bütün bunların ergenlik süreciyle ilgili olduğunu düşünüyordum. Fakat bir gün kızımın okulundan çağırıp, ‘Kızınızın garip düşünceleri var, biliyor musunuz’ dediler. Kızım inanç durumunu arkadaşına anlatmış, o da din bilgisi hocasına söylemiş. ‘Kızınızın durumu bu başınızın çaresine bakın’ gibi bir yaklaşım sergiledi öğretmenleri. Sonra bir gün kızımdan gelip: ‘Anne ben artık deist oldum. Lütfen bana baskı yapmayın. Başımı da açacağım. Namaz kılmak da istemiyorum.’ dedi bana. Hemen önce internete koşup deizmin ne olduğuna tekrar bakma ihtiyacı hissettim.Benim kızım, hele bizim gibi dindar, hassas, dini bilgilerin kendisine yeterince ve gerektiğince verildiği, dini yaşayan ve uygulayan bir aile. Gittiği okul da dini hassasiyetleri olan bir okuldu.

Sürekli bu sürece kızımın nasıl geldiğini düşündüm. Konuşmaya çalıştığımda birkaç kelime söyleyip kendisini konuşmaya kapatıyordu. Psikologlara açılabileceğini düşündüm. Bu nedenle hem kendim destek almaya hem de çocuğumu götürmeye çalıştım. Fakat o gitmek istemiyordu çünkü psikolojik bir sorun yaşamadığını düşünüyordu. ‘Ben inanç değişikliği yaşadım’ diyordu. Psikologlara da açılmayı reddetti. Çünkü götürdüğüm psikologların ona din anlatmaya çalıştığını düşünüyordu.

-Baba’sı şöyle anlatıyor; 

“Erzurumlu bir aileyiz. Anne-baba olarak kendimizi dindar bir aile olarak tanımlayabiliriz.  Çocuğumun din ile bağı ilkokula kadar iyiydi. Benle ve dedesi ile camiye gider, oruç tutar bir problem yaşamazdı. Camide uslu durur, aşırılık göstermezdi. İyi bir izleyici ve gözlemciydi.

Çocuğum 6 yaşında evimize giren bilgisayar ile tanışması ve oyun bağımlılığı başlamasından sonra; anne ve babasına karşı bir direnç ve inatlaşma başladı. Bilgisayarın sınırlanması veya yasaklanması hoşuna gitmedi. Biz uyuduktan sonra gece kalkıp bilgisayar oyunu oynuyordu. Bir de küçük kardeşini kıskanması uyumsuzluğunu daha da arttırdı. Yalan en büyük sorunumuzdu. Burada anlatamayacağım başka sorunlar da vardı. Ardından ortaokulda başarısızlık geldi. TEOG imtihanı bu sorunluluk sürecini arttırdı. Hiçbir okulu kazanamadı. Ben de seni düz liseye gönderip serseri edemem diyerek İmam-Hatip lisesine kayıt yaptırdım. Bu bir zorlamaydı, belki de benim bir hatamdı. Oradaki hocaların da olumsuz katkısıyla bu süreçte din düşmanı ve ateist hale geldi.

Ortaokul ve lisede çalışsın diye, bilgisayara fazla takılmasın diye sınırlama yaptık. Din konusunda baskı yapmadık. Ancak inatlaşma hiç bitmedi, artarak devam etti. Biraz da anne-babaya inat yapma ve bizi acaba ne daha çok üzer diye bu yola sapmış olabilir. Bize bunu üniversiteye gittikten sonra açıkladı. Orada da sol ideolojiye kaydı. Şu anda bizimle inatlaşmıyor, birbirimizi anlamaya çalışıyoruz. Ancak içinde büyüttüğü kin ve nefret devam ediyor.

Üniversiteyi Antalya’da okudu. Önce benim bulduğum dindar bir vakıf yurdunda kaldı. Ancak 3 ay sonra Müslümanlara vs. saydırarak, birçok bahaneyle birlikte özgürlük adına öğrenci evine taşındı. Sınıfını geçemediği ve alttan dersleri çok olduğu için,  4 senelik okulunu 7. senede belki bitirecek. Psikiyatrik bunalımlar yaşadı. İntihara meyilli hale geldi. Sonra ateist, rafizi bir kızla tanışıp iki senedir ilaçlarını bıraktı, en azından hastalığından kurtuldu.  Hayata bağlandı. İşe girdi, uykuları ve psikolojisi düzelme yoluna girdi. Okulu bitirme amacını hedef haline getirdi.

Süreci başlamadan fark etmek pek mümkün değil gibi. Çünkü ortaokulda iken ‘evladım namazını kıl’ şeklinde baskı değil, teşvik ediyorduk. Ancak namazı hep odasında kılıyordu. Yani kamusal alanda namazını görmemeye başlamıştık. Bunu normal ergenlik ve gençlik problemi saydığımızdan üstüne gitmiyorduk. Nereden bilelim Allah ve peygambere inanmıyorum sürecine kadar geleceğimizi.

Bizim açımızdan eşik aşıldıktan sonra ne tavsiye edebilirim bilmiyorum. Baktık ki zorlamayla olmayacak, onu üniversite sürecinde kabullenme yoluna girdik. Ben babası olarak daha erken kabullendim. Anne çok zor kabullendi bu gerçeği.  Çünkü intihar tehlikesi çok ciddi bir sorundu. Psikiyatra da götürdüğümüz için bunun numara değil gerçek bir sorun olduğunu öğrendik. O yüzden biz öncelikli olarak dini meselemize değil, hayata tutunması ve hayatta kalmasını sağlamaya çalıştık. Neticede bugün oğlumuz 25 yaşında ve o kızla okul bittikten sonra evlenmeyi düşünüyor.

Düzeltmek noktasında bu tip durumlarda anne-baba tavsiyesi kesinlikle faydalı olamaz. Ya bir Müslüman kız bu kişileri düzeltebilir gönül bağıyla, ya bir abi/abla/dost olarak düzeltebilir. Herkesin reçetesi ayrıdır. Sorun uçurumdan da büyük. Tek umudumuz duamız. Hayatta olduğu ve kendisine bir hedef belirlediği sürece bir gün bu süreç eski haline dönecek. Doğru yolu bulacak, ben en azından buna inanıyorum. Bu nesil böyle. Bilgisayar ve cep telefonlarıyla çocuklarımızı bizden çaldılar. Biz buna ne yaptıysak engel olamadık.”

Evet, aslında bu vahim tablo sadece bu neslin yaşadığı bir durum değil. Şuan ki 50 yaş üstü İlahiyatçılara baktığımızda da aynı itikadi problemleri görüyoruz. Avam’ın durumu malum olduğu için o mevzuya hiç girmiyorum.

İslam’ı;

Devlet, iktidar, yönetim, liderlik,

Batı karşıtlığı,

Para ve zenginlik gücü,

Osmanlı şovenizmi,

Tekbir, cami ve cami’deki sloganlar…vs. gibi unsur ve sembollerden ibaret gören bir toplum’un şahsi bir İslam anlayışının oluşması, gelişmesi ve tekamül etmesi çok zor bir süreçtir.

Şuan da şahsi hayatında İslam’ı zerre kadar yaşamayan veya sadece namaz’dan ibaret görüp, diğer rükunlardan uzak yaşayan bir yaşam tarzı ile karşı karşıyayız…Ki, namaz kılan insan sayısı TR’de yüzde 22 dahi değil.

Evet, Zaman israfı yapıyor, günlük okumaları yok, yalan söylüyor, gıybet ediyor, haram yiyor ve kalkıp Kudüs için ağlıyorum deniyor… Heyhat.

Keşke bilse ki, Kudüs’ün hakikatinde, özünde kişi;Yalan söylemez, gıybet etmez, haram yemez ve para gücü ile insanları minnet altında bırakıp tehdit etmez ve büyük taslamaz, şov yapmaz.

Düşünebiliyor musunuz; 400-500 bin tl, dolar, euro’luk evlerde oturuyor, 50-60 bin tl, euro dolar’lık arabalara biniyor, diğer yandan da Kudüs’ün işgaline, Suriye’deki masumlara, şuanda işsiz kalıp çocuğuna süt parası bulamayan hanım kardeşimiz için göz yaşı döktüklerini söylüyorlar.

Ve bu insanlar kalkıp aylardır işsiz ve perişan durumda olan hanımların ve kardeşlerinin yüzüne bakarak; Aynı İslam davasına hizmet ettiklerini ifade ediyorlar. 

Doğrusu merak ediyorum! Bunu hangi fıkhi hükümle söyleniyor. Bilinmesi lazım ki, bu mağdur ve masumlar bu tabloyu görüyor, izliyor ve susuyorlar.

Tabi bir de bu durumun daha vahim olanı var.

Bunlarda ay da 40-50 bin tl, euro, dolar…vs. Zekat, burs vererek, arada birilerine yardım ederek cenneti satın aldığını düşünüp; Faiz yiyor, para gücünü kullanarak akrabalık bağını kesmekle tehdit edip ailesini veya toplumu yönetmeye çalışıyor, gıybet ediyor, yalan söylüyor, zina yapıyor vs…

Bu kişiler, İslam’ın reddettiği bu günahları işledikten sonra slogan atarak veya para vererek insanlığa, evrensel değerlere ve İslam’a hizmet ettiğini düşünüyorlarsa, şuan da, İş adam’ı olan Frank ve Martin gibiler Kilise ve Havralara ay da 50-100 değil, milyon dolarlık bağışlar yapıyorlar. 

Daha hazin olan ise bunlara bir de el pençe divan duranların ve gerçekleri yüzlerine söylemeyenlerin sayıca fazla olması. Keşke hakikati yüzlerine vursalar ve ahiret için o insanlara yardım etseler.

Evet, zillet böyle birşeydir.

Üstekinin yaptığı yanlışa ‘tayinimi çıkarırlar, rızkımı keserler’ diye göz yumulursa gün gelir senin üzerinde zalimlik emmareleri göstermeye başlar ve sen de o taptığın rızıkla imtihan olur ve öyle şeyler kaybedersin ki, hem ilminden hem izzetinden olursun. 

Ne olur İslamın ve evladın geleceği için korkma ve silkin…

Buradan aylık 50-100-200-300 bin tl, dolar, euro kazanıp gidip ev, araba, yat, kat alan Mümin olamamış Müslüman arkadaşım, kardeşim, büyüğüm sana sesleniyorum;

Lütfen, o paralarla birkaç iş kur ve 50-100-1000 kişinin rızıklanmasına vesile ol. Ve yaptığın hayırlı amellerin ziyan olmaması için de itikadına dikkat et. Haram yeme, evladına haram yedirip fıtratını bozma. Bozma ki sonradan isyankar olmasınlar ve karşına gelipte deist, ateist olduk demesinler.

‘Veren el, alan elden üstündür’ hakikatince sen bizden üstünsün. Üstün olanın düşmesi cehennemdir. O üstünlüğünü alçak gönüllülükle inşa et. Paran senin zevkin değil, sana dönen dua’lar olsun.

Ve bilesin ey zengin Müslüman! İslam dünyası şuan zillet içinde yaşıyorsa, sen kendini düşündüğün için yaşıyor. Birçok kişi harama bulaşıyorsa sen hakkıyla zekat vermediğin için harama bulaşıyor… Yapma, etme, hakka girme. O zenginliği sana Allah verdi. Ve Allah alacak onu. Ne demek istediğimi 3. dünya savaşı çıktığında göreceksin.

Bu hazin vakaları, cümleleri yazarken ezbere yazmıyorum. Şahit olduğum, bildiğim, görüdüğüm vak’alara, olaylara binaen yazıyorum.

Mesele Suriye’ye, Kudüs’e, zulme uğrayana ağlamak değil. Mesele cehennem’e gitme amelinde olanların önünü alabilecek şifahaneler, ilim yuvaları ve İslamı yaşayan gerçek anlamda işadamları, esnaflar, aileler yetiştirebilmek. 

Yakinen biliyorum ki, şuan sadece 10-20 iş adamının bir araya gelmesiyle en az 2-3 bin kişinin maddi ve manevi hayatı kurtulabilir. Küresel sistemin akışını dönüştürebilir ve çok büyük açılımlar gerçekleştirebilir. Ve daha fazlası yapılabilir. Yeterli aylık geçimimizin dışında kalanından vazgeçebilsek. 

Bunu da ancak Şaravi’nin bahsettiği müminlik vasfıyla yapmamız mümkün.

Son olarak dün twitter’da paylaşmış olduğum Şeyh Şa’ravi ile Batı’lı bir müşteşrik’in konuşması tekrardan paylaşarak noktalamak istiyorum. Üstad’ın bu cümleleri herşeyin özeti…

Şeyh Şa’ravi şöyle der:

– Ben San Francisco’da iken bir müsteşrik bana sordu:

 – Sizin Kuran’ınızda bulunan şeylerin tamamı doğru mu? Cevap verdim: – Kesinlikle evet. Tekrar sordu: -Allah niçin kâfirlerin galip gelmesine imkân veriyor? (Halbuki Kuran şöyle buyuruyor:“Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.)

 – Çünkü bizler müslümanız, mümin değiliz de ondan. – Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir? Şeyh Şa’rafi: Günümüzde Müslüman namaz,zekât,hac,oruç gibi ibadet cinsinden bütün semboller, yerine getiriyorlar fakat onlar tam bir sıkıntı ve yokluk içindedirler!!

Müşteşrik: Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir? Şa’ravi: Kuran’da geçen bir ayette şöyle denilir:

“Göçebe Araplar biz iman ettik, diyorlar. Onlara de ki: Siz iman etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.”

(Hucurat: 14)

Şa’ravi: Bunu Kur’an-ı Kerim açıklıyor. Çünkü Müslümanlar MÜMİNLER merhalesine yükselemediler. Şunları iyi düşün: Onlar gerçek mümin olsalardı Allah onlara mutlaka yardım ederdi. Bunun delili Allah’ın şu ayetidir:

“Biz müminlere yardım etmeyi üzerimize borç kıldık”

(Rum 47)

Eğer mümin olsalardı diğer ümmetler ve halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı. Bunun delili Allah Teala’nın şu ayetidir: “Gevşemeyin / yılgınlık göstermeyi ve üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz”.

Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet kurmalarına izin vermezdi. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:

“Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.”

(Nisa: 141)

Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:

“Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.”

(Âli İmran: 189)

 Eğer mümin olsalardı Allah herdurumda onlarla beraber olurdu. Delili şu ayettir: Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.(Enfal:19) Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar,müminlik aşamasına yükselemediler. Allah buyuruyor ki: “Onların çoğu mümin değildirler’

Müşteşrik sordu: O halde müminler kimlerdir? 

Şa’ravi: Ayet şöyle buyuruyor; 

“Günahlarından uzaklaşan tövbekârlar, ibadetlerine devam eden âbidler, Allah’a hamd edenler, lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler, rükû ve secdeleriyle Rablerine boyun eğenler, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmayanlardır.’  

(Tevbe,112)

Yani Allah; Zaferi, galibiyeti, hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı MÜMİNLERE vaat etmiştir, Müslümanlara değil’


blog@rapolat

Önceki
Önceki

İşadamları, Lobi ve Betonların Felaketi

Sonraki
Sonraki

1980’lerde Cemaat Soruları Nasıl Çaldı?