Yaşamak için hangi ülkeler tercih edilmeli?

goc.jpeg

Hz. Sahip 1980’ler de şöyle diyordu;

‘’Göç; sürgünle olur, tehcirle olur. 

Siz dininizi yayma uğrunda rızanızla göç yapmazsanız, siz bulunduğunuz yerde yılanların, akreplerin, çıyanların çıkacakları o göçte; Mübareklerin ikincisinin yaptığı gibi bütün delikleri tıkamazsanız, üçüncü göç’ü yapma mecburiyetinde kalırsınız, sürgüne maruz kalırsınız, tehcire maruz kalırsınız, yurdunuzdan edilmeye mahkûm kalırsınız, yurdunuzda-yuvanızda kalsanız bile siz kendi yurdunuzda parya yaşarsınız.’’

Malum son dönem de milyonerlerde de göç etme hazırlıkları başladı. Hatta bazıları çok önceden varlıklarının taşınma işlemlerini bitirmişti. Şimdi ise Sabancı ailesi, Abdi İbrahim, Twitter avukatı ve eşi, Kurukahveci Mehmet Efendi vs… gibi birçok ismin Malta vatandaşı olması konuşulsa da, çok şaşırtıcı bir gelişme olmasa gerek. Zira bu çok da yeni olan bir durum değil.

Göç ve hicret milyon yıllık bir planlamadır. 

Bir yabancı analistin yıllar öncesindeki şu cümleleri analizlere konu olmuştu; 

‘’Göç toplumsal bir stratejidir. O olmadan gelişme ve sistemi aktif edemezsiniz. Göç olmazsa, yaşamın devam etmesi için toplulukları göçlere zorlamak zorunda kalırsınız.’’

Bu cümleler bir ihtimal emperyalist bir düşüncenin varlığa yansımasıydı. Ancak bir gerçeğin üstünü çiziyor. GELİŞİM.

Hz. Adem’in cennetten dünyaya hicreti,

Hz. Nuh’un gemiyle hicreti,

Hz. Hud ve Semud’un bir avuç iman edenlerle hicreti,

Hz. İbrahim’in, Hz. Lut’un, Hz. Peygamber sav’in, Hz. Hüseyin ailesinin…vs.

Burada hicret tahşidatı üzerinde durma gibi bir düşüncede değilim. Konunun önemi herkesçe malum.

Mevzunun farklı bir noktasına temas etme düşüncesindeyim.

Zira, insanlık şu an ve gelecekte, son 15 yıl ve önümüzdeki 5-6 yıl ile birlikte 21 yıllık sürecin sonunda artan göçlerin neticesinde yeni bir dünya düzeni kuracak. (Afganistan, Irak,Yemen, Suriye, Afrika, Türkiye vs…)

Göç ve hicret meselesinin, maddi ve manevi boyut olarak iki ana dinamiği var. İlki, küresel sistemin geleceği için, ikincisi ise kişisel şahsi karakteristik gelişimimiz için.

Hz. Sahip’ in yukarıdaki paragrafında küresel sistemi ilgilendiren güzel bir cümlesi var;

‘’…Mübareklerin ikincisinin yaptığı gibi bütün delikleri tıkamazsanız, üçüncü Göç’ü yapma mecburiyetinde kalırsınız.’’

Hz. Sahip

Dünya’da şu an Göç’e zorlanma durumunda kalan ülkeler yüzde 95 itibariyle Müslüman ülkeler. Hristiyan ülkeler içinde ise, ülke olarak değil de, topluluk olarak belki üç, dört ülkedeki bazı gruplar dışında elle tutulur bir şey gösteremiyoruz.

İncelediğimizde ise görüyoruz ki, tarihsel süreci ve Peygamberler stratejisini çok iyi gözlemleyen Hristiyan dünyası, misyonerler eliyle ve müthiş bir göç stratejisi başlatmış. Ve bu strateji ile kendi adlarına bütün delikleri tıkayarak müthiş hamleler yapmış ve kendi çıkarları için enfes bir sistem kurmuşlar. (Yıkılma süreci ayrı bir konu) 

Bir anlamda istakozların yaptığı gibi sıkışıklıktan büyümeye geçiş sürecini koordine etmişler.

Çokça tekrar edildiği üzere, i̇stakoz sert bir kabuk içinde yaşayan narin ve yumuşak bir varlıktır. Bu sert kabuk genişlemiyor ama büyüyebiliyor.

‘’İstakoz büyüdükçe bu kabuk onu sıkıştırıyor ve istakoz kendini baskı altında ve rahatsız hissediyor. Kendini avcı balıklardan korumak için de bir kaya oluşumunun altına gidiyor ve kabuğunu çıkartıp atıyor ve yeni bir tanesini üretiyor. 

Zamanla büyüdükçe kabuk rahatsız bir hal alıyor ve tekrar kayanın altına gidiyor. İstakoz bunu birçok kez tekrarlıyor.

Yani, istakozun büyümesine imkân sağlayan tetikleyici hakikat, onun bu durumdan rahatsızlık duymasıdır

Eğer, istakozların doktorları olsaydı hiçbir zaman büyüyemezlerdi. Çünkü, istakoz rahatsızlık hisseder hissetmez doktora giderdi. Doktor ona antidepresan verirdi ve geçici bir iyi olma hissi verirdi. Kabuğunu hiçbir zaman çıkarıp atmazdı. Ve hareket, akış, gelişim ve büyüme olmazdı…’’

Bu sıkışma halleri hem topluluklar için hem de kişisel tekamüller için maddi ve manevi olarak birer yaratılış akışıdır.

Bu açıdan Hristiyan dünyası bir anlamda göç ve hicretin hakkını veren misyonerlere -ve  devam ettiren evanjelistlere-ne kadar minnet duysa azdır. 

Sıkışma ve devamlılığı iyi sürdüren bu grup, üstlendikleri misyon ile gittikleri ülkelerde kendilerine karşı çıkabilecek tüm tehlikelerin önünü kesmiş, lobi kurmuş, sistemi kendilerine bağlamış, eğitimi dizayn etmiş ve ekonomiye hükmetmişler. (Benzer durumu dünyanın dört bir yanına yayılan Yahudiler içinde genişletebiliriz.)

25 yıl evvel Afrika’nın bir kasabasına Türkler okul açmaya gittiklerinde görüyorlar ki, Hristiyan misyonerler onlardan 40 yıl önce orada okul açmışlar. Zannediyorum bu durum son 150-200 yıllık süreçte neden küresel gücün onların elinde olduğunun küçük bir işareti olsa gerek.

Şimdi ise özellikle son 100 yıldır kendi iradeleriyle hicret etmeyen Müslüman dünyası, cebri bir şekilde hicrete mecbur bırakıldı. 

Zira, misyonerlerde vazifelerinin hakkını verdikten bir süre sonra onlarda özlerini su-i istimal ettiler ve İncil’in içindeki hakikati değil, sistemi kendi çıkarları için kullanmaya başladılar. 

Ve nitekim çok uzak olmayan bir zaman diliminde de bu sistem değişime uğrayacak. Ve bunun yerini alacak yeni bir sisteme ihtiyaç duyulacak. (Tarihsel sürecin devr-i daimi içerisinde bunu rahatça gözlemlemek mümkün.)

Son 30 yıldır kısmi hicret edenlerin yanına son 10-15 yıldır da zorunlu hicrete mecbur bırakılan İslam dünyası ile sistem yeni bir evreye geçecek. 

KİM NEREYE GİTMELİ?

Göç’ün diğer ikinci stratejik yönü ise kişisel özelliklerin ortaya çıkması ve sistem içerisinde var olmanın getirdiği stratejik imkanlar. 

Malum olduğu üzere, göç ve hicret aynı zamanda bir ekonomik girişim, dünyadan haberdar olma, sisteme dahil olma ve toplumsal ve kişisel terakki sürecidir.

Avrupa’da genel bir gözlem yapıldığında görüyoruz ki; Özellikle savaştan sonra gelen, mesela Afgan, Suriyeli, Iraklı vs. esnaf, mühendis, öğretmen, doktor vs… gibi kişiler birçok Avrupa ülkesinde büyük işler yapmaya başlamış durumdalar.

Devletle birlikte bağlantılı iş kurup, okul yapıyor ve satıyor, eğitim sistemine dahil oluyor, devletin yazılım sisteminde ürün veriyor, bir diğeri enstitü kurup irşat-tebliğ girişimlerinde bulunuyor…

8-10 yıl öncesinde ülkesinde yerel baz da sadece maaşlı bir eleman olarak varlığını sürdürürken şu an hem dinini temsil ediyor hem de lobi oluşturuyor. Bir anlamda sürgün onlar için birer yükseliş oluyor. -Tabi değerlendirebilenler için-

Keşke; ‘hicret edersek mal, mülk, evlat, düzenimiz vs. ne olacak?’ gibi soru işaretleriyle korku içerisinde olmayıp da, İslam dünyası olarak cebri hicretten önce istek ve arzuyla bu mevzuya tam olarak eğilebilseydik. Delikleri zalimlerinden önce kapatacak, sokaklara onlardan önce ulaşıp güzel düşünce ve fikirleri nakşetme imkânı olmuş olacaktı.

Nitekim, Kuran;

‘’Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde yerleşecek çok yer ve bolluk bulur’’

(Nisa, 100)

diye asırlar öncesinden müjdeyi vermişti. 

Başka bir ayette ise

‘’Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz’’

(Nahl, 41)

işaretini vererek ümitsizliği ruhlarımızdan söküp alıyor.

Nitekim, Somalili Ilhan Omar ile Filistinli Rashida Tlaib’in, Filistin ve Somali’den kaçışı sonrası ilk Müslüman kongre üyesi olarak ABD’de kendilerine birer kapı aralamaları, yine 2013’te Almanya’da Hristiyan Demokratlar içinden ilk Müslüman milletvekili olan Cemile Giousuf gibi  

birçok benzer örneklerin ayetlerin tefsiri cihetinde yaşama dahil olmaları gelecek açısından bir strateji ve planlama gerektirdiğinin de göstergesidir.

Ayrıca, Kuran aynı zaman da bahane üretenler içinde bir başka yerde şöyle bir uyarı yapıyor;

‘’Melekler de: «Allah’ın arzı geniş değil miydi? Oralara hicret etseydiniz ya» dediler.

(Nisa, 97)

Meselenin bir diğer kısmı ise ülke seçimi. 

Burada ince nokta şu, ilki zorunlu olarak tercih etmek zorunda kalınan ülkeler. İkinci olarak ise iradi olarak tercih edilecek olan ülkeler. 

Bu kısım neden önemli?

Eğer bir kişi kafasına göre ‘herhangi bir ülke olsun’ fark etmez düşüncesiyle hareket ediyorsa, ya da hangi ülke kolay vize veriyorsa, yahut ‘burada tanıdıklar var oraya gidelim’ mantığıyla ülke tercihi yapıyorsa vahim bir hata yapılıyor demektir. (Zorunlu ve stratejik haller dışındaki gruplar için söylüyorum)

Nowsenso’da yaptığımız isim ve kişisel analizlerde birçok kişi de gördüğümüz önemli bir nokta var. 

Misal, kişinin mimari bir yeteneği var ama o tekstil işi ile uğraşıyor veya yazılım ve matematik yeteneği var ama psikolojiyle ilgileniyor veya kişinin ruhsal meseleleri çözme kabiliyeti var ama o iktisat ile meşgul.

Bu durum yaşadığımız ülkeler ile ilgili de bir bağlantı içeriyor. 

Zira, misal kişi 20-30 yıldır yabancı bir ülke de ama ne ilmi olarak ne bilimsel ne ekonomik ne çevre ne de ruhsal anlamda herhangi bir gelişim veya yükselim kaydedememiş. Yani yıllardır aynı ve yerinde sayıyor, hatta geldiği ülkeden bile geri nokta da.

Mesela bir arkadaşımız çok ciddi bir yazılım yeteneğine sahip ve bu arkadaş Silikon vadisine gidip ve orada sistem içerisine dahil olmak istese ortaya ciddi bir potansiyel koyabilecekken (örnekleri var) o küçük bir ülke ve küçük bir şirkette zaman geçirerek hem kendine hem de insanlığa zaman kaybettiriyor.

Veya gıda sektörüyle iş yapan bir iş adamı, Hollanda, Almanya, Brezilya, Çin gibi ülkelere gidip orada sistem içerisinde gelişip büyüme imkânı varken, o çırpınış emareleri taşıyan ülkelerde sadece ev ve araba üzerine bir dünyaperestlik güdüyor. 

(Misal ABD, Çin’in kendilerine sahte bal sattığını 6-7 yıl fark edememişti. Sonrasında ABD politika değiştirdi, alımı düşürdü ama hala tamamen yok etmiş değil ve sistemde boşluk var. Zira, Çin hala yapay gıda üretimine devam ediyor ve farklı ülkeler üzerinden satış yapıyor.

Buraya iyi bir sermaye ile gidilse büyüme ve gelişme için ciddi hamleler yapılabilir. Bir diğer örnek CHOBANİ. Hamdi Ulukaya, hiçbir boşluk gözükmeyen ABD’deki yoğurt sektöründe, düşünün 2005 yılında öyle bir dehliz açtı ki, şuan 2000 kişinin çalıştığı 13 milyar doları geçen dev bir marka oldu. Herkesçe malum ki, İstanbul veya benzeri yerlerde kalmış olsaydı, behemehâl son durumu Sütaş’tan öteyi geçmeyecekti. Zira, KOÇ gibi asırlık bir şirketin bile değeri 9 milyar doları geçmiyor. Ulukaya 750 bin dolar borçla kurduğu şirketiyle ve zor bir sektör ve rekabetin olduğu yerde bile sadece 10-12 yılda KOÇ, SABANCI vs. gibilere fark attı)

Evet, göç ve hicret hem ekonomik birer girişimdir hem de ruhsal bir tekâmül sürecidir. Yeter ki, nereye ne için gittiğimizi bilelim. 

Misal, sırf çocuğunun eğitimini düşünen bir anne ve baba herhangi bir ülke tercihi yapacaksa; Finlandiya, G. Kore, Singapur, İngiltere, Hong Kong, Kanada, İrlanda vs. yerine gidip bir Ortadoğu ülkesini tercih etmesi çok stratejik bir hamle olmayacaktır. (Bu Ortadoğu’ya gidilmesin anlamında düşünülmemeli. Her fert ve bireyin temsil ettiği bir misyon vardır ve önemli olan o noktayı bilip ve tercih etmesidir. Yani çıkılacaksa en azından kişi nereye, ne için gittiğini bilmeli ve bir strateji ile yola çıkılmalı.)

Bir aileyi düşünelim; 40-50 yıldır aynı ülke ve aynı insanlar ve aynı çevre de yaşıyor. Yani aynı fikir, aynı düşünce, aynı bakış açısı ve sonunda üst bilinci olmayan bir nesil. 

Nitekim bunun örneklerini görüyoruz. Hatta daha da ötesi, babasının işini yapmak zorunda kalan evlatlar, yeni bir bilinç açılmasına hizmet etmeyen akrabalar, fitne ve fesatın oluştuğu, tebliğ yapma imkanının kalmadığı arkadaşlıklar. 

Aldığı eğitim ise sadece maaş üzere kurulu bir hayat…Bir anlamda evlat katilleri babalar, akrabalar, arkadaşlar…

Zira, istidadı olduğu halde evladının yanından ayrılmamasını isteyerek, gelişimine darbe vuran birçok insan görme imkânımız oldu. Çocukların bazılarının muhteşem potansiyelleri varken, bir fabrikada, iş yerinde, dükkân da heba olup gidiyorlar. Oysa ki, 100 bin sahabenin sadece 10 bini kendi toprağında yatıyor. Diğer 90 bini ise misyonuna göre dünyanın dört bir yanına dağılmıştı. Eski Hun’u, Atilla’sı, Asya’lısı, Selçuklusu, Osmanlı’sı…

Peki ya evrensel düşünceyi savunan düşünürler, fikir adamları ve o yolda giden fedakarlar?

Unutulmamalı ki, yurt dışında doğup büyüyenler hicret etmiş sayılma durumunda olsalar bile, gelişimin veya herhangi bir ilmi ve ekonomik katkının olmadığı bir yerde göç veya hicret etmemek sadece kendini aldatmadan ve gelecek için bir tehditten ibarettir. (Bu konuda sadece 7-8 ülkeden 100’üzerinde birebir insan sayabilirim)

Evet, bu nokta da ya herkes birer misyon belirlemeli ya da birilerine misyon yüklemeli. Zira ayet ve hadislere ve ehli tarik’in söylediği hakikatlere göre insanlığı bekleyen büyük bir savaş, Roma’nın düşüşü, Yecüc-Mecüc, Deccal, Dabbetül Arz, Mesih-Mehdi vs. süreçleri var. 

(Bu noktaya inanmayan birçok insan mevcut. Ancak, Ömer Bin Abdülaziz döneminde bugüne her 100 yılda bir gelen isimleri incelense bile gelecekte olacak olan hadiseleri kolayca gözlemleyebilirler. Burada mevzu Mehdi-Mesih magazini değil… Sadece tarihsel süreçler bile bundan sonra insanlığı nelerin beklediğini görmesi açısından yeterlidir.)

Bu açıdan;

Birileri Çin’in -yecüc,mecüc- yayılma politikasına darbe vuracak bir misyon yüklenebilir (Çin ve diğer şer ekiplerin yazılımcılarına karşı Anonymous’dan daha öte bir yazılım-kod sistemi üzerine küresel bir marka oluşturma misyonu elde edebilir), 

Birileri Vatikan/Roma’nın değişim sürecinde rol üstelenebilir,

Birileri Google, Microsoft, Facebook vs. yerine yeni bir sistem kurma görevi alabilir,

Birileri büyük bir ekonomik ağ kurup Soros- Bush, Astor ve Dupond aileleri, Koch vs… gibilerin karşısında- sayılı birer rakip haline sürecinde bir şeyler yapabilir,

Birileri bu dönem ve gelecekte daha fazla ihtiyaç olacak olan Freud’ten öte bir konum elde etmeye misyonu üzerine bir psikoloji hareketi geliştirebilir,

Bir başkası ise parayı ve çıkarını düşünmeden gıda sektörüne girip insanlığı iğfal edenlere karşı alternatif bir sistem kurabilir,

Birileri yeni bir Hollywood/Netflix stratejisiyle hareket edebilir,

Bir diğeri BBC, CNN ve Huffington vs… gibilerin elinden küresel medya olma gücünü el değiştirtebilir,

Birileri de ilim adamı olmak için günlük 10-15 saat kitap okuma, araştırma ve yeni fikirler ortaya çıkarmak için bir misyon üstlenebilir, birileri de bu kişileri fonlama görevini üstlenebilir…

Ya da bunların hiçbirini yapmayıp, ay sonunu getirecek bir maaşla, birkaç makale/kitap yazıp, birilerine bir süre maddi destek çıkıp, birkaç kişiye de fikrimizi anlatıp kendimizi kandırarak hayatımızı tamamlayabiliriz.

Evet, mevzu sayfalarca genişletilebilir. Ancak varlıkta zerre kadar bir boşluk yok ve boşluğa adım atılmaz, atılan adım ya ölüm ya hayattır. Tercih bizlerin. 

Ayrıca bu yazılan şeylerin bir ütopya olduğu düşüncesinde de değilim. Bu dönem de bunlar çokta zor olabilecek şeyler değil. Binlerce örnekleri mevcut. 

En azından Elon Musk’ın seküler inancı kadar paramızı veya hamleler için zamanımızı kaybetmeyi göze alıp bu risklere girmezsek ondan şuan ki halimizden-sistemsel anlamda-daha da aşağıda olacağımız bir gerçek…Daha vahimi ise, tekrar hatırlayalım;

‘’…Siz bulunduğunuz yerde yılanların, akreplerin, çıyanların çıkacakları o göçte; Mübareklerin ikincisinin yaptığı gibi bütün delikleri tıkamazsanız, üçüncü göç’ü yapma mecburiyetinde kalırsınız.’’

Evet, göç eden İslam dünyası şuan da bulunduğu yerlerde de eğer delikleri tıkama için bir şeyler yapmazsa, 

Ürün verebileceği, yükseleceği, tekamül edeceği ihtiyaç olan yerlere gitmeyip ve verimsizlik içerisinde bulundukları şuan ki yerlerinde kalmaya devam ederlerse, yıllar evvel Paris’te bir gecede yok edilen Cezayirlilerin sonu gibi veya yıllarca D. Türkistanlıların, Arakan’lıların yaşadığına benzer sonlar gibi bir son yaşamaması için hiçbir neden yok. 

Ama şu da bir gerçek ki, misyonların hakkı eda edilirse de zerre kadar korkacak bir neden yok. Zira, sistemi yaratan o kadar muhteşem bir işaret veriyor ki;

‘’İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat edenler ve onları barındıranlar ve yardım edenler… onlar için mağfiret ve tükenmeyen rızık vardır’’

(Enfal 74)

blog@rapolat.com

Önceki
Önceki

Sizi Ateşle Yıkayacağım! Mesih, Kan, Kova…!

Sonraki
Sonraki

2019, Gargat ve Yıkılışa Hazırlık